Ozan AHMETOĞLU
Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Aliş Hacı ile Başmüftü Yardımcısı Vedat Sabri ile röportaj yaparken; “Ben bu filmi başka yerde seyrettim” diyesim geldi. Evet, Bulgaristan’daki Türkler son yılların en ilginç dönemini yaşıyor. Başmüftü Mustafa Aliş Hacı’yle konuşurken anlattıklarından aktaracak olursam, Bulgaristan Türkleri geçmişteki “kara günlere” dönmekten endişe ediyor.
Bulgaristan, en kalabalık Müslüman Türk azınlığı barındıran Balkan ülkesi. Ülkenin yaklaşık sekiz buçuk milyon nüfusunun birbuçuk milyonu Müslüman Türk. Bulgaristan aynı zamanda kendi ülkesindeki Türk azınlığa en büyük zulümleri yapan ülke özelliğini de taşıyor. Geçmişte Bulgaristan’ın Türklere uyguladığı baskılar ancak “soykırım” ifadesiyle anlatılabilir. Zira mezar taşlarındaki isimlerini bile değiştiren bir sistem her türlü mantığın dışındadır. Özellikle de 1980’lerdeki komünist Jivkov rejimini hiç kimse hatırlamak dahi istemiyor.
1989’da Jivkov rejiminin son bulmasından sonra Bulgaristan Türkleri için yeni bir dönem başlamıştı. Demokratikleşme dönemi Türklere “insan gibi yaşama”nın ötesinde bir fırsat yarattı. Yıllardır sinen, baskı gören, zulüm gören Türkler, Hak ve Özgürlükler Hareketi’yle iktidara bile ortak oldular. Ancak son yıllarda ve özellikle de 2009’da ülkede yaşanan iktidar değişikliğinden sonra Bulgaristan Türkleri için zor bir dönem başladı. Birkaç ay önce patlak veren “Başmüftülük sorunu” da bu “zor dönemin” öyle pek de kolay geçiştirilemeyeceğini gösterdi.
Son günlerde tırmanan Bulgaristan’daki “Başmüftülük sorunu”nu bu hafta gazetemizde işliyoruz. Röportaj sırasında Başmüftü ile Başmüftü Yardımcıyla konuşurken “Batı Trakya’daki duruma ne kadar da benziyor” diye düşündüm. Zaten başmüftü bile durumu izah ederken “Yunanistan modeline benzer bir model oldu” ifadesini kullandı. Yani “atanmış” ve “seçilmiş” müftülerin olduğu bir model var şu anda Bulgaristan’da da.
Sorun, Bulgaristan Müslümanlarının seçtiği başmüftünün devlet tarafından tanınmaması ve başmüftülük makamına halkın seçmediği ve onaylamadığı birinin getirilmesi. Batı Trakya’daki yani Yunanistan’daki durumla ne kadar benzer bir durum değil mi? Hayır, hayır olay Yunanistan’da değil, Bulgaristan’da oluyor! Sakın karıştırmayın!
Peki bu durum neyin sonucu? Ülkedeki azınlığı kendi bünyesinde “yabancı bir madde” olarak gören, farklıya ve farklılığa saygı gösteremeyen, “Türk” olan herşeye “düşmanca” yaklaşan, Balkan halklarına ve hatta Avrupa’ya onca acılar yaşatan “yanlış” ve “tehlikeli” bir anlayışın ürünü.
Ne yazık bazı şeyler değişmedi, değişemedi. Avrupa Birliği’ne beş yıl üye olmakla da değişmedi, 30 yıl üye olmakla da değişmedi. Umarız bir gün değişir.
* * *
Ülkemizdeki ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor. Geride bıraktığımız hafta sosyal güvenlik yasası meclisten geçti. Başbakan Papandreu’nun “Yasayı geçiremezsek, emekli maaşlarını ödeyemeyebiliriz” ifadesi durumu özetlemeye yetiyor da artıyor bile.
Yunanistan şimdiye kadar “sosyal devlet” anlayışının hakim olduğu bir ülkeydi. Ekonomik krizle birlikte bu anlayış yavaş yavaş ve kademeli olarak terkedilmeye başlandı. Emeklilik maaşlarında kesintiler, çalışma yıllarının hem erkeklerde hem kadınlarda yükseltilmesi, değişik toplum kesimlerine yönelik ekonomik desteğin azaltılması, çalışanların toplu sözleşme hakkının kaldırılması veya dumura uğratılması, vergi oranlarının arttırılması ekonomik krizle birlikte geldi.
Evet, önlemler geldi ama “sosyal devlet” gitti. Tüm bu önlemler (ve bundan sonra alınacak olanlar) sosyal devlet anlayışını neredeyse ortadan kaldırdı. Az çalışıp, rahat yaşamaya alışık olan Yunan halkının “yeni” hayatına nasıl uyum sağlayacağı soru işareti. Yunanistan son 30 yılda “ayağını yorganına göre uzatmamanın” bedelini ödüyor. Beş kazanıp, on harcayan sistem artık yolun sonuna geldi. Bunun bu şekilde devam edemeyeceği muhakkak. Sistemin artık eski sistem olmayacağı daha doğrusu olamayacağı kesin.
Önümüzdeki aylarda -erken genel seçim ihtimali de dahil- ne gibi siyasi gelişmelerin yaşanacağını hep birlikte göreceğiz. Tüm mesele krizden çıkmaya çalışırken mevcut siyasi yapı korunabilecek mi, yoksa siyasi ve toplumsal yapı kökten değişecek mi?
Bulgaristan, en kalabalık Müslüman Türk azınlığı barındıran Balkan ülkesi. Ülkenin yaklaşık sekiz buçuk milyon nüfusunun birbuçuk milyonu Müslüman Türk. Bulgaristan aynı zamanda kendi ülkesindeki Türk azınlığa en büyük zulümleri yapan ülke özelliğini de taşıyor. Geçmişte Bulgaristan’ın Türklere uyguladığı baskılar ancak “soykırım” ifadesiyle anlatılabilir. Zira mezar taşlarındaki isimlerini bile değiştiren bir sistem her türlü mantığın dışındadır. Özellikle de 1980’lerdeki komünist Jivkov rejimini hiç kimse hatırlamak dahi istemiyor.
1989’da Jivkov rejiminin son bulmasından sonra Bulgaristan Türkleri için yeni bir dönem başlamıştı. Demokratikleşme dönemi Türklere “insan gibi yaşama”nın ötesinde bir fırsat yarattı. Yıllardır sinen, baskı gören, zulüm gören Türkler, Hak ve Özgürlükler Hareketi’yle iktidara bile ortak oldular. Ancak son yıllarda ve özellikle de 2009’da ülkede yaşanan iktidar değişikliğinden sonra Bulgaristan Türkleri için zor bir dönem başladı. Birkaç ay önce patlak veren “Başmüftülük sorunu” da bu “zor dönemin” öyle pek de kolay geçiştirilemeyeceğini gösterdi.
Son günlerde tırmanan Bulgaristan’daki “Başmüftülük sorunu”nu bu hafta gazetemizde işliyoruz. Röportaj sırasında Başmüftü ile Başmüftü Yardımcıyla konuşurken “Batı Trakya’daki duruma ne kadar da benziyor” diye düşündüm. Zaten başmüftü bile durumu izah ederken “Yunanistan modeline benzer bir model oldu” ifadesini kullandı. Yani “atanmış” ve “seçilmiş” müftülerin olduğu bir model var şu anda Bulgaristan’da da.
Sorun, Bulgaristan Müslümanlarının seçtiği başmüftünün devlet tarafından tanınmaması ve başmüftülük makamına halkın seçmediği ve onaylamadığı birinin getirilmesi. Batı Trakya’daki yani Yunanistan’daki durumla ne kadar benzer bir durum değil mi? Hayır, hayır olay Yunanistan’da değil, Bulgaristan’da oluyor! Sakın karıştırmayın!
Peki bu durum neyin sonucu? Ülkedeki azınlığı kendi bünyesinde “yabancı bir madde” olarak gören, farklıya ve farklılığa saygı gösteremeyen, “Türk” olan herşeye “düşmanca” yaklaşan, Balkan halklarına ve hatta Avrupa’ya onca acılar yaşatan “yanlış” ve “tehlikeli” bir anlayışın ürünü.
Ne yazık bazı şeyler değişmedi, değişemedi. Avrupa Birliği’ne beş yıl üye olmakla da değişmedi, 30 yıl üye olmakla da değişmedi. Umarız bir gün değişir.
* * *
Ülkemizdeki ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor. Geride bıraktığımız hafta sosyal güvenlik yasası meclisten geçti. Başbakan Papandreu’nun “Yasayı geçiremezsek, emekli maaşlarını ödeyemeyebiliriz” ifadesi durumu özetlemeye yetiyor da artıyor bile.
Yunanistan şimdiye kadar “sosyal devlet” anlayışının hakim olduğu bir ülkeydi. Ekonomik krizle birlikte bu anlayış yavaş yavaş ve kademeli olarak terkedilmeye başlandı. Emeklilik maaşlarında kesintiler, çalışma yıllarının hem erkeklerde hem kadınlarda yükseltilmesi, değişik toplum kesimlerine yönelik ekonomik desteğin azaltılması, çalışanların toplu sözleşme hakkının kaldırılması veya dumura uğratılması, vergi oranlarının arttırılması ekonomik krizle birlikte geldi.
Evet, önlemler geldi ama “sosyal devlet” gitti. Tüm bu önlemler (ve bundan sonra alınacak olanlar) sosyal devlet anlayışını neredeyse ortadan kaldırdı. Az çalışıp, rahat yaşamaya alışık olan Yunan halkının “yeni” hayatına nasıl uyum sağlayacağı soru işareti. Yunanistan son 30 yılda “ayağını yorganına göre uzatmamanın” bedelini ödüyor. Beş kazanıp, on harcayan sistem artık yolun sonuna geldi. Bunun bu şekilde devam edemeyeceği muhakkak. Sistemin artık eski sistem olmayacağı daha doğrusu olamayacağı kesin.
Önümüzdeki aylarda -erken genel seçim ihtimali de dahil- ne gibi siyasi gelişmelerin yaşanacağını hep birlikte göreceğiz. Tüm mesele krizden çıkmaya çalışırken mevcut siyasi yapı korunabilecek mi, yoksa siyasi ve toplumsal yapı kökten değişecek mi?
Gündem Gazetesi
Yunanistan
0 yorum:
Yorum Gönder