Bu makalemizi, Demir Kilise’nin anıldığı aziz adı olan “Sveti
Stefan”ın, bir dini ayin ile de kutlanan anma tarihi, 27 Aralık
münasebetiyle yazdık. Bu yapı, Türkiye’deki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de
taşımaktadır.
865 yılında Bulgar Çarı (Knyaz) 1.Boris
Bulgarları vaftiz etti ve beş yıl sonra da Bulgarların dinsel egemenliğini ilân
etti. Bu suretle, 4 Mart 870 tarihinde Bulgar Kilisesi tarihteki yerini aldı. Bu;
Bulgarların, Bizanslılarla büyük bir mücadele içinde oldukları bir zaman
dilimidir.
Boris’in oğlu Çar Simeon Aheloy Nehri kıyısında, Bizans’a karşı
kazandığı zaferden sonra (Ağustos 917)
kendisini “Bulgarların ve Bizanslıların
Kralı” ilân etti ve Bulgar Kilisesi’nin statüsünü “Patriklik” seviyesine yükseltti. Bu süreç, 1018 yılında,
Bulgaristan’ın tekrar Bizans egemenliği altına girdiğinde “Bulgar Patrikliği”nin lağvedilmesi ile sonlandı.
1235 yılında Çar 2.İvan Asen’in tahta geçmesi ile merkezi “Tırnovo” olmak üzere, Bulgar Patrikliği
yeniden canlandırıldı. 14. Asırda Bulgar Devleti’nin bağımsızlığı sona ererek
Osmanlı İmparatorluğu’na katılınca (1416-1438)
Tırnovo Patrikliği’nin yine sonu geldi ve Bulgarlar dinsel açıdan bu kez İstanbul’daki
Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar.
19.Yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da yaşayan Bulgarların en
önemli iş merkezleri; Balkapan Han, Kurşun Han, Zümbük Han gibi hanlar
olmuştur. Bulgarların çok sayıda loncaları bulunuyordu ve “çorbacı” tabir edilen zengin tüccarların sayısı da hayli fazlaydı. İşte
bu zaman diliminde İstanbul’da bağımsız bir Bulgar Kilisesi kurmak fikri cemaat
arasında yeniden doğdu. Bu fikrin babası, Arhimandrit Neofit Bozveli şöyle
demektedir: (Arhimandrit=Episkopostan alt bir dini
rütbe.)
“Burada bir merkez ve bir kilise inşa edilmelidir, faaliyet gösterecek
olanlar burada padişahın gözü önünde olmalıdırlar; Fener ruhaniliği burada
patrikhanenin yuvasında yenilgiye uğratılmalıdır.”
Neofit Bozveli’nin ölümünden sonra 1849 yılında, Stefan Bogoridi’nin
Haliç’teki eski evinin arsasını Bulgar Cemaati’ne hibe etmesi üzerine,
İstanbul’da bir kilise inşasının hayali alevlendi.
Bir yandan sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost olan, fakat öte
yandan tamamen Rumlaşmış (Grekofil) ve
Osmanlı Tarihi sürecinde; Stefanaki Paşa ya da Aleko Paşa diye bilinen bir
Bulgar olan Stefan Bogoridi, Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan rahatsız
olmaktadır. Bogoridi bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım
girişimlerde bulunmaya başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de padişaha bir mektup
yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması
için müsaade istedi. Stefan Bogoridi’nin mektubuna, 23 Eylül 1849
(6 Zilkade 1265) tarihli
padişah iradesi ile izin verildi. (Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Egzarh Yosif 1889
yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Bab-ı Ali’ye
müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini
belirtmektedir.)
Stefan Bogoridi, şu anda üzerinde “Demir Kilise”nin (Sveti
Stefan) bulunduğu, kendi mülkü ve
üzerinde kendi evi bulunan arsayı papaz evi yapımı için bağışlayınca, 9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise
denilen eski ahşap ibadethane, 23 Ekim 1849’da yapılan törenle Arhidyakon
Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi.
(Bir kilise kutsanması esnasında o
kiliseye verilecek adın, bir aziz adı olması gerekir. Burada Aziz Stefan adının
seçilmesindeki maksat; Stefan Bogoridi’yi de çağrıştırması ve onun da
anılmasının sağlanması amacını taşımaktadır.)
Hemen sonrasında ise karşısında, rahiplerin kalacakları “Metoh Binası”nın inşasına başlandı. 14
Mart 1850 tarihli toplantıda İstanbul Bulgarları Kilise ve Metoh’u “Milli Mülk” olarak ilan etiler. Bunun
ardından da “Bulgar Kilise Cemaati” resmen
kuruldu. (Metoh Binası; İstanbul’dan
geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve 25 odalı taş bir bina olarak
bir süre sonra tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu gün de muhafaza edilmiş ve
binayı boydan boya saran, Slavca bir yazı ile Padişaha teşekkür vardır.)
Kırım Savaşı’ndan sonra 1856 yılında verilen “Hattı Hümayun Fermanı” Bulgarlara kanuni mücadele olanağı da verdi
ve bundan sonraki 14 yılda yaşananlar kilise bağımsızlığının kazanılmasında
etken oldu. Bunlardan 1860’da, 3 Nisan Paskalya Bayramı’nda yaşanan bir olay çok
önemlidir. O gün tarihi ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nde Episkopos İlarion
Makariopolski, Rum Patrikhanesi’ne olan bağımlılığı ret ederek, Bulgar
Kilisesi’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. 3
Nisan 1860’da yapılan bu Paskalya Ayini’nde, Rum Patriği’nin adının
anılması gereken bölüme gelindiğinde halk bir ağızdan şöyle bağırmaya başladı:
“Patriği anma Sultanı an ... Patriği anma Sultanı an ...”
(Bulgar Paskalyası ya da Çarigradski Viligden olarak tanımlanan gündür.)
Bunun
üzerine İlarion evvela Sultanı ve daha sonra Rum
patriğini anmadan bütün eski Bulgar Ortodoks
piskoposlarının adını andı ve bu hareket ile
Rum Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilân etti. Bu ayinden hemen
sonra karşıda bulunan Metoh Binası’nın balkonunda gençler Sultan onuruna
yazılan ve bestelenen bir şarkıyı okudular. İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait
33 esnaf loncası da binlerce imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan
Osmanlı Hükümeti’ni haberdar etti ve
Padişah’a bağlılıklarını sundu.
Diğer şehirlerdeki piskoposlar ve aynı amacı destekleyen cemaat ileri
gelenleri, İstanbul’da bir “Karma Ulusal
Konsey” oluşturdular. Bu arada bazı siyasi parti oluşumları da
faaliyetlerini arttırdılar. Bunlardan en önemlisi, başında İlarion
Makariopolski ile Dr. Stoyan Çomakof’un olduğu “Ulusal Hareket Partisi”dir. Halk, cemaat toplulukları,
entelektüeller ve demokrasi yanlıları da onları desteklemişlerdir.
Diğer guruplar şunlardır:
Nayden Gerov, Todor Burmov gibi mülayimler,
Gavril Krısteviç, Tıpçileşov Kardeşler, İvanço Hacıpençoviç v.s gibi Osmanlı
taraftarları,
Dragan Tsankov, Dr. Georgi Mirkoviç v.s gibi Batı yanlıları.
Hepsinin
ortak arzuları kilise probleminin Bulgar Ulusu yararına neticeye vardırılması olsa
da. 19. Yüzyıla gelindiğinde Bulgarların açısından iki farklı hareket yan yana
ilerlemeye başladı. Bunlardan biri Fransız İhtilali’nin ardından yayılan
milliyetçilik akımlarının, Balkanlarda da zuhur etmesi ve Bulgarlar arasında
Osmanlı yönetiminden ayrılarak bağımsız bir Bulgaristan kurma düşüncesiydi. Diğer
bir akım ise Osmanlı’dan ayrılmayı düşünmeden, hatta Osmanlı’nın ve de
Sultan’ın desteği ile Rum Milleti içinde telakki edilmekten kurtulmaktı. Bu bir
anlamda dinsel, diğer anlamda ise Patrikliğin cismani yetkilerinden
kurtulmaktı. Rum despotların topladığı vergiler, Bulgar Dili’ne olan
baskı ve bu baskı neticesinde kiliselerde Yunanca ibadet etmeye zorlanma ile
Bulgarların okullarda da Yunanca eğitime zorlanmaları başlıca sıkıntılardı.
Bulgarlar özetle; Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise çatısı altında
idare edilmek isteğindeydiler. Bulgarların patrikhanenin idaresinden kesinlikle
ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir
dilekçe vermek üzere hazırlık yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u da harekete geçirdi ve Bulgarların dostluğunu kazanmayı
amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat kendisi saraya götürdü. (Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan
İradeleri, No:876, Lef 7.)
(Bu
dönem ile ilgili daha fazla ayrıntı için: “19. Yüzyıl’da İstanbul’daki Bulgar Basını”, http://www.2023.gen.tr/ekim2012/10.htm 2023 Dergisi, Ekim 2012 Sayısı ya da http://bojidarcipof.blogspot.com/2012/10/19-yuzyilda-istanbuldaki-bulgar-basini.html)
27
Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz, Patrikhaneden bağımsız bir kilise
kurulmasını sağlayan “Ferman”ı
imzaladı. Ertesi gün, 28 Şubat Cumartesi, Todor Günü, Veziriazam Ali Paşa, Bulgar
heyetini temsil eden Gavril Krısteviç ve İvanço Hacıpençoviç’e ve Rumlardan
oluşan bir heyeti makamına çağırarak Padişah fermanının birer kopyasını iletti.
Ertesi
gün, 1 Mart 1870, Ortodoksluk Bayramı’nda, Haliçteki eski ahşap kilise ve
bahçesini mutlu bir cemaat doldurmuştu. Ayinden ve şükran duasından sonra
İlarion Makariopolski halka şöyle hitap etti:
”3 Nisan 1860’da ulusal ve dinsel bağımsızlık hareketimizi doğduğu
kutsal bir gündür. Bu gün ise 1 Mart 1870 çok daha önemli ve kutsal bir gündür.
Halkın arzusunun gerçekleştiği gün, Sultan Fermanı ile her şeyin neticeye
bağlandığı, noktanın konduğu gündür. Hasat yapmak, tohum ekmekten daha
tatlıdır. Ümit ile tohum eken, hasadını da yapar. Evlatlarım, biz 3 Nisan 1860
günü tohumumuzu ektik, bu gün 1 Mart 1870 meyvemizi alıyoruz. İşte bu ferman
evlatlarım, yüksek idare tarafından dün Bulgar Halkına verildi.”
İlarion Makariopolski aynı anda; deri bir kılıftan fermanı çıkartarak
cemaate gösterdi. İstanbul Bulgarları sevinç gösterileri yaptılar. Herkes “Yaşasın
Sultanımız, yaşasın onun vekilleri, yaşasın İlarion Makariopolski” diye
bağırıyorlardı.
Hemen her tarafa kutlama telgrafları gönderildi. “Milli kilisemiz kutlu olsun.
Kilise meselemiz bizim lehimize halledildi.” Sultan’a ve Babıali’ye kilise
olarak ve tüm loncalar birer teşekkür telgrafları gönderdiler.
Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise
inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da
yapılan bir törenle, bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı.
Törene Fener Rum, Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de katılmışlardır.
Bir süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi
duracaktır. Zemine buharlı bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve
meşe kazık çakılarak sağlamlaştırılma yoluna gidilmiş fakat bundan kesin bir
sonuç alınamamıştır. Bu arada kilise yapımı için toplanan para da bitti ve
temelleri zemine kadar atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kaldı.
Yıllar geçtikçe
Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da arttı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok
uzayan mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duyan Bab-ı Ali ve Ali Paşa meseleyi ele
aldılar ve önemli bir adım atarak 1869
yılında Rum ve Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kuruldu.
Ortaya çıkan mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu
mazbata Ali Paşa tarafından 5 Mart 1870’de
Babıâli’ye sunuldu. Meseleyi bir ferman ile çözmeye karar veren Sultan Abdülaziz de 6 Mart 1970’de
Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan
patrikhaneden ayrılmalarını kabul etti. (Başbakanlık Osmanlı
Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:104’den naklen.
Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar
Eksarhlığı Fermanı” kabul
edildi. (Başbakanlık, Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi
mektuptan alıntı.)
27 Şubat 1870 tarihli ferman ile 15.Asrın başlarında kaybedilmiş olan
Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığı tekrar tescil edilmiş oldu. Bazı çevreler;
fermanın temelde Bulgar Kilisesi’ne “Otonomi”
tanıdığı, Babı-Ali’nin ruhani bir problemi çözmeyi denediği, Bulgarların
Ortodoksluktan koptukları ve İstanbul Patrikhanesi’nin önderliğini kabul
etmedikleri anlamında algılandı. Ancak ferman hukuki bir vesika olarak analiz edildiğinde
1856-1870 dönemi içinde yaşananlar da göz önünde bulundurulduğunda, bunun doğru
olmadığı anlaşılmaktadır.
Böylece Babıali, İmparatorluğun genel refahı ve ikbali için, aynı din
mensubu Bulgarlar ve Rumlara hakkaniyetli davranıyordu. Fermanda, Türk
tarafından, herhangi bir antikanonik durum yoktur. (Kanon=Kilise yasaları.) 1867’de Rum Patriği 6. Grigorios tarafından
hazırlanan bir proje ile yine kendisi tarafından revize edilmiş olan Bulgar-Rum
Komisyonu’nun 1869 tarihli projesi de fermanda temel olarak alınmıştır.
Fermanın, 4. 6. ve 7. maddelerine göre Bulgar Egzarhlığı’nın İstanbul (Fener Rum) Kilisesi ile doğrudan
münasebeti olmaktadır. Fermanın diğer maddeleri de kilise kanonları ve
faaliyetleri ile ahenk içindedir. Sadece 10. Madde Rum Patrikhanesi için -kendilerince- bir engeldir. Bu madde;
Bulgar Egzarhlığı’nın dinsel faaliyet sahasını belirlemekte ve aşağıdaki şu
episkoposlukları kapsadığını belirtmektedir:
Ruse, Silistra, Şumen, Tırnovo, Sofya, Vratsa, Loveç, Vidin, Niş,
Pirot, Köstendil, Samokov, Veles, Varna (kısmen), Sliven Sancağı, Sozopol
Kazası, Filibe (kısmen)
8 Mart 1870 günü Ortaköy’deki Egzarhlık Binası’nda (Kiralanan bir Musevi evi) getirdiği bir
muvakkat karma kurul oluşturuldu:
Siviller: Gavril Krısteviç, Hacı İvanço Pençoviç, Georgi Çaloğlu, Hacı
Nikola Minçoğlu, Dr. Stoyan Çomakov, Dr. Hristo Stambolski, Hristo Tıpçileşkov,
Dimitır Geşoğlu, St. Kamburov, Velyu Mişoev
Din adamları: İlarion Lovçanski, Paisiy Plovdivski, Pamaret
Plovdivski, Antim Vidinski, İlarion Makariopolski
Bu kurul 30 Mart 1870 günü Sultan “İradesi” ile onaylandı. Kurulun birincil görevi; Bulgar
Egzarhanesi’nin idaresi için bir tüzük projesi hazırlamaktı. Böylece Gavril
Krısteviç tarafından amaçla kaleme alınmış olan bir tüzük taslağı, temel olarak
alındı. 27 Eylül 1870’de bu muvakkat kurul, tüzüğün hazırlığını bitirdi ve bir
broşür halinde bastı. Aynı zamanda Bab-ı Ali de bu tüzük taslağını görüşmek,
kabul etmek ve Egzarhı seçmek üzere İstanbul’da bir ulusal dini kurultayın toplanmasına
izin verdi.
1871 Ocak ayından itibaren seçilen delegeler İstanbul’a gelmeye
başladılar. Hazırlık mahiyetindeki birkaç toplantıdan sonra 23 Şubat 1871 günü,
“Ulusal Kongre” törenle açıldı. Bu kongreye 11’i din adamı, 39’u sivil olmak
üzere toplam 50 kişi katıldı. Kongrenin başkanlığına en yaşlı episkopos olan İlarion
Lovçanski, sekreterliğe de Marko Balabanov seçildiler. Toplam 37 içtimadan
sonra 14 Mayıs’taki oturumda “Bulgar
Egzarhlığı”nın tüzüğü kabul edilip imzalandı. Kongre, Egzarhı seçmek için ise
2 ay netice alamadan bekledikten sonra, 24 Temmuz 1871 tarihinde sona erdi.
Egzarhlığın tesisinde; Osmanlı Devleti de yardımcı/yol gösterici
olmuştur. 11 Şubat 1872’de toplanarak Egzarhı seçmelerini istemiş, hatta
dayatmıştır. Ertesi gün seçim yapılmış ve 2 ay sonuç alamadan çalışan kurul bu
kez biraz da kerhen, en yaşlı metropolit olan İlarion Lovçanski’yi ilk Egzarh
olarak seçti. Ancak Bab-ı Ali’nin ve bazı politik çevrelerin baskısı sonucu Lovçanski
derhal istifasını verdi ve 16 Şubat’ta yapılan ikinci seçimde Vidin Metropoliti
Antim Egzarh olarak seçildi. 23 Şubat’ta Bab-ı Ali bu seçimi onaylamış ve 17
Mart 1872’de görevini üstlenmek üzere Egzarh Antim İstanbul’a gelmiştir. 1876
Nisan’ındaki başarısız Bulgar ayaklanmasından sonra Egzarh Antim fazlaca öne çıktı
ve bu Osmanlı Hükümeti’nin hoşuna gitmedi ve uzaklaştırılması istendi. 12 Nisan
1877 tarihinde Egzarhlık makamından indirilerek Ankara’ya sürgüne gönderildi.
24 Nisan 1877’de Ortaköy’deki Egzarhlık merkezinde toplanan 3
metropolit ve 16 sivilden oluşan seçici kurul, Loveç Metropoliti Yosif’i (1840-1915) yeni Egzarh olarak seçti ve Padişah
bu seçimden memnun olarak kendisine “Birinci
Rütbe Mecidi Nişanı” verdi. (Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, İrade-i Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen.)
Egzarh Yosif; çok güç bir dönemde Bulgar Kilisesi’nin başına
geçmiştir. Çünkü
Türk-Rus Savaşı başlamış ve Bab-ı Ali’nin Egzarhlıktan memnuniyetsizliği ise gün
be gün artmıştı. Sen Sinod’un birliği de bu arada sarsılmış, karma Egzarhlık kurulu da
dağıtılmıştı. Bulgarlar da kendi aralarında ikiye ayrılmışlar Osmanlı
taraftarları ile bağımsızlık peşinde olanların kavgaları ayyuka çıkmıştı.
Görkemli bir kilise inşa etme
fikri ise bu geçen süre içinde düşünce bazında kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından
sonra tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar
Prensliği’nin kuruluşundan sonra,
1878’de yarım kalan
kilisenin bitirilmesi için ciddi girişimlere tekrar başlandı ve Aralık 1887’de sonuçlandı.
Prenslik de kilise yapımına devam edilmesi için gereken maddi kaynağı
sağladı.
Rusya ise yapılacak bu kilise için gün hâlâ kullanılan altı adet çan hediye etti. (Bulgar Eksarhı 1.
Yosif’in günlüğü “Eksarh Yosif 1, Dnevnik” Günlüğün tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte
basılmıştır. Sofya 1992, s.216 )
Egzarh Yosif, Rusların farklı isteklerine tereddüt göstererek şu net neticeye vardı: Egzarhlığın
İstanbul’da kalması gerekir. Çünkü ancak oradan Makedonya ve Trakya halkı ile
direkt temasta olabilir. Onu iktidarın ve diğer yabancı ülkelerin her türlü
propagandalarından bu suretle koruyabilirdi. Küçük
ve dış görünüşü hayli çirkin olan eski ve ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nin
yerine inşa edilen Demir Kilise’nin tamamlanmasında Yosif’in rolü büyüktür. Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan 1306)
saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için gereken
izni aldı. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:876, Lef 13)
Projeler ünlü Ermeni mimar Josef (Hovsep) Aznavur tarafından yapılmıştır. Uzun
arayışlardan sonra varılan sonuca göre kilise Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen
sökülebilir özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilâhare
sökülerek İstanbul’a nakledilmiş ve bir kez daha burada monte edilmiştir.
Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok
mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı
olma özelliğini de taşır.
Başbakanlık
Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan
Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir. (Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290)
Fakat bazı Bulgar kaynaklarında ise bu
tarih 8 Eylül 1898 olarak belirtilmektedir. Demir Kilise’nin açılış töreni
ile ilgili olarak birçok Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan
istihbarat bilgilerine istinaden, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık
yapabilecekleri ve bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması
defalarca saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların
engellenmesi ve hatta gelecek kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi
görevlilerce saraya tavsiyelerde bulunulmuştur.
Bu belgelerden
birisi ise taşıdığı imzalar nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898 tarihli bu belgenin
altında Şurayı Devlet Reisi, tüm nazırlar ve Şeyhülislam ile müsteşarların
imzaları bulunmaktadır. Belgeden bazı alıntılar şöyledir: (Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290,
Lef 1/b)
“Rumlarla Bulgarların mezhepçe olan
ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna
ihtimal vardır (...) Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer
kumpanyalarına tebliğine...”
Demir Kilise’nin devreye girmesinden sonra Egzarh
Yosif’in ısrarı üzerine Edirne’deki Papaz Okulu da 1891’de İstanbul’a taşınmış
ve zamanla 6 sınıflı tam bir ruhban okuluna dönüştürülmüş, Egzarhlık, 1897
tarihinde itibaren Şişli’de büyük bir bahçenin içindeki kendi binasında
faaliyet göstermeye başlamıştır.
1895 yılında, fermanın 25. yıldönümü nedeniyle “Hayırsever Derneği” de kuruldu. Bu derneğin temel gayretlerinde
biri ise İstanbul’da bir hastanenin yapılmasıydı. Hastanenin inşaatına 1896
sonbaharında başlandı. Binanın temel taşı 20 Nisan 1897 tarihinde atıldı,
açılışı ise 25 Nisan 1902’de yapıldı. Bu tarih aynı zamanda Egzarh Yosif’in 25,
Egzarhlık hizmet yılına denk getirilmiştir.
Bu hastane, günümüzde Bulgar Vakfı’nın yapmış olduğu idari hatalar
sonucunda hukuksal açıdan mazbut hale düştü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
denetimine girdi. Daha sonra ise Vakıflar Müdürlüğü’nce yapılan kiralama
ihalesi sonucunda İhlas Grubu’na kiralandı ve halen “Türkiye Gazetesi Hastanesi” olarak faaliyet göstermektedir. (İstanbul Bulgar Cemaati mensupları için her
ay belli bir kontenjan sağlık hizmeti bedelsiz olarak verilmektedir.)
Bu makalemizi, başında da zikrettiğimiz gibi Demir Kilise’nin anıldığı
aziz adı olan “Sveti Stefan”ın anma
günü olan ve bir dini ayin ile kutlanan 27 Aralık münasebetiyle yazdık ve
ağırlıklı olarak, Türkiye’deki ilk prefabrik yapı özelliğini taşıyan Demir
Kilise’nin yapımına kadar oluşan tarihsel bilgileri paylaştık.
1870 fermanı ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi için sitemizdeki iki
bölüm tefrika olarak yayınladığımız şu makaleyi de lütfen okuyunuz:
Yukarıda bahsettiğimiz “Eski
Bulgar Hastanesi” (Evlogi Georgiev)
ve 1895 yılında kurulan “Hayırsever
Derneği” hakkında ise ayrıntılı bir
başka makale kaleme alacağız. Zira hastanenin cemaatin elinden çıkmasında çok
fazla ihmal ve yolsuzluk vardır. Hayırsever Derneği ise kapanana kadar
hastanenin hizmet kollarından biri olarak da çalışmıştır. Günümüzde “Radost Derneği” (Sevinç) adı altında, vakıftan bağımsız olarak, yoksul cemaat
mensuplarına yönelik hayır işleri yapmaktadır.
Demir Kilise büyük bir onarım çalışmaları nedeniyle, uzunca bir
süredir kapalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder