Gülgün Göktan
Son yıllarda başta Ortadoğu olmak üzere
tüm dünyada meydana gelen olaylar karşısında, insanlar artık tüm bu
sorunların gerçek sebepleri hakkında daha derin düşünmeye başladılar.
Kalıcı bir çözüm bulabilmenin yolunun,
sorunu iyi analiz etmekte olduğunu daha iyi fark ettiler. Ve bu noktada
pek çok insan, İslam dinini, Kuran ahlakını, Müslümanların hayata bakış
açılarını çok daha iyi araştırmaya yöneldi.
İslam’da şiddetin yeri var mıydı? Nefret,
kin, düşmanlık İslam ahlakıyla bağdaşıyor muydu? İslam ahlakını yaşayan
bir insanın, kendisi gibi düşünmeyen insanlara bakış açısı neydi?
Farklı inançları benimseyen insanlara nasıl bir ahlak
gösteriyorlardı?...
İşte tüm bu sorular artık hemen her yerde
soruluyor ve insanlar “Gerçek İslam ahlakı”nı en doğru kaynaklardan
öğrenebilmenin yollarını arıyorlar. Ne var ki, bir çok insanın İslam’ı
öğrenmek için başvurdukları kaynaklar da yine İslam’ı yanlış bilen,
yanlış uygulayan insanlardan ya da yanlış anlatan eserlerden oluşuyor.
Dolayısıyla da sorularına aldıkları cevaplar, onları daha da ürkütüyor,
İslam’dan ve Müslümanlardan daha da uzaklaşmalarına ve daha da
çekinmelerine yol açıyor.
Oysa ki İslam, insanlara dünyanın en
güzel ahlakını anlatan, onları en huzurlu, en güvenli, en rahat
edecekleri bir hayata çağıran tek yoldur. İslam şiddete, teröre, kin ve
düşmanlıklara, çatışmalara ve huzursuzluklara kesin çözümdür. Allah
İslam ahlakında terörü, bozgunluğu, zulmü ve haksız yere kan dökmeyi çok
açık bir şekilde yasaklamıştır.
Ve İslam’da, farklı hayat tarzlarını,
farklı inançları benimsemiş ya da inançsız tüm insanlara karşı mutlak
bir adalet ve demokrasi anlayışı vardır. Kimse düşüncelerinden,
inançlarından, yaşam tarzından dolayı baskı göremez, zulme uğrayamaz.
İnsanlara elbette ki her şeyin en doğrusu, en güzeli anlatılır. Ancak
hiçbir zaman bu konuda bir zorlama yapılamaz. Tam tersine İslam, her
düşünceden, her inançtan insanın bir arada özgürce yaşayabileceği,
fikirlerini en demokratik bir şekilde dile getirebileceği tek
sistemdir.
Ancak elbette ki şu an dünya üzerinde
İslam’ın bu güzel ahlakını dünyaya tanıtabilen, gerçek Müslüman
modelini, gerçek İslam toplumlarının yapısını yansıtabilen Müslüman
toplulukları çok az.
İslam dünyasına baktığımızda, pek çok
İslami grup, cemaat ya da mezhep arasında ciddi bir kin, nefret ve hatta
kanlı çatışmalar yaşandığını görüyoruz. Kendilerinden olmayan herkesi,
Müslüman dahi olsa, “hasım” ve “mücadele edilecek kimseler” olarak
görüyorlar. Başka inançlara, başka düşüncelere, farklı dinlerden olan
insanlara karşı bir hoşgörü mantığı geliştiremiyorlar.
Ve işte İslam’ı, Kuran’da bildirilen
ahlak doğrultusunda yaşamayan bu insanların varlığı, İslam’ın yanlış
algılanmasında, İslamofobi algısının gelişmesindeki en büyük etkenlerden
biri. Bağnazlık içinde körleşip İslam ahlakından uzaklaşmış bu insanlar
için, Hristiyanlar, Museviler, ateistler, komünistler de adeta birer
düşman hükmünde.
Onlarla diyalog kurup, doğruyu güzeli
anlatmak, ortak noktalarda buluşup dostça yaşamanın yollarını aramak
yerine, nefret söylemleriyle yaklaşmayı tercih ediyorlar. Bu insanları
kazanmanın değil, dışlamanın en doğru yaklaşım olduğuna inanıyorlar.
Gerçekte ise bu bakış açısı Kuran
ahlakına tamamen aykırı. İslam barış dinidir. Şefkat, sevgi, merhamet,
adalet dinidir. Kargaşa arzusunun, kavganın, düşmanlık arayışının ve
nefretin İslam ahlakında yeri yoktur.
Ancak burada şunu da kesinlikle belirtmek
gerekir ki, bu sadece bağnaz Müslüman toplumların bir sorunu da değil
elbette. Dünyanın her yerinde her alanda bir kutuplaşma ve ötekileşme
ahlakı söz konusu. “Kendilerinden olmayanı dışlamak” ve “düşman olarak
görmek” hemen her düşüncedeki insanın içine düştüğü büyük bir hata.
Bugün bu yaklaşımı toplumun en küçük
gruplarından en büyüklerine kadar büyük bölümünde görmek mümkün.
Sağcı-solcu, zenci-beyaz, komünist-kapitalist, işçi-işveren,
ateist-dindar, iktidar-muhalefet, Katolik–Protestan, Sünni–Şii,
Türk–Kürt gibi bir çok suni ayrımın ve gereksiz kutuplaşmanın temel
nedeni bu.
Oysa ki sorunları kutuplaşmadan, nefret
söylemlerine başvurmadan, karşı tarafı düşman olarak görmeden de
çözmenin yolları var. Düşmanca konuşmadan, nefreti körüklemeden de
muhalefet etmek, karşı tarafın fikirlerini eleştirmek mümkün.
İşte bu “bizden olmayanlar” ya da
“ötekiler” gibi çarpık mantıkların meydana getireceği tahribatı önlemek
için herkes toplumsal hipnozlara karşı çok dikkatli ve uyanık olmalı.
Kimse, insanlarda yaygın olarak görülen “uydum kalabalığa” ya da “sürü
psikolojisi” gibi mantıklarla hareket etmemeli. Ve amacı en başından çok
açık bir şekilde görülebilen provokasyonlara da kimse aldanmamalı.
İnançlı insanlar ise bunun şeytanın bir
oyunu olduğu hiç unutulmamalılar. İnsanları birbirine düşürmek; birlik
ve düzeni bozmak, bölmek, parçalamak; fitne ve kargaşa çıkarmak; kavga,
çatışma ve savaşları körükleyip kan dökmek için, şartlara göre çeşit
çeşit teknik ve hileler kullanmak şeytanın sanatının bir gereğidir.
Şeytanın oyununu bozmak ise, iman eden
bir insan için çok kolaydır. Rehberimiz Kuran’dır. Kuran ahlakıyla,
Allah korkusuyla hareket eden her insan, bu suni oyunu kolaylıkla
bozacaktır.
gulgun.goktan@telgrafturk.com
0 yorum:
Yorum Gönder