Müslümanların Özeleştiri Yapma Zamanı Gelmedi mi

24 Eylül 2014 Çarşamba |

Gülgün Göktan 
 
Son yıllarda başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada meydana gelen olaylar karşısında, insanlar artık tüm bu sorunların gerçek sebepleri hakkında daha derin düşünmeye başladılar.
 
Kalıcı bir çözüm bulabilmenin yolunun, sorunu iyi analiz etmekte olduğunu daha iyi fark ettiler. Ve bu noktada pek çok insan, İslam dinini, Kuran ahlakını, Müslümanların hayata bakış açılarını çok daha iyi araştırmaya yöneldi.
 
İslam’da şiddetin yeri var mıydı? Nefret, kin, düşmanlık İslam ahlakıyla bağdaşıyor muydu? İslam ahlakını yaşayan bir insanın, kendisi gibi düşünmeyen insanlara bakış açısı neydi? Farklı inançları benimseyen insanlara nasıl bir ahlak gösteriyorlardı?...
 
İşte tüm bu sorular artık hemen her yerde soruluyor ve insanlar “Gerçek İslam ahlakı”nı en doğru kaynaklardan öğrenebilmenin yollarını arıyorlar. Ne var ki, bir çok insanın İslam’ı öğrenmek için başvurdukları kaynaklar da yine İslam’ı yanlış bilen, yanlış uygulayan insanlardan ya da yanlış anlatan eserlerden oluşuyor. Dolayısıyla da sorularına aldıkları cevaplar, onları daha da ürkütüyor, İslam’dan ve Müslümanlardan daha da uzaklaşmalarına ve daha da çekinmelerine yol açıyor.
 
Oysa ki İslam, insanlara dünyanın en güzel ahlakını anlatan, onları en huzurlu, en güvenli, en rahat edecekleri bir hayata çağıran tek yoldur. İslam şiddete, teröre, kin ve düşmanlıklara, çatışmalara ve huzursuzluklara kesin çözümdür. Allah İslam ahlakında terörü, bozgunluğu, zulmü ve haksız yere kan dökmeyi çok açık bir şekilde yasaklamıştır. 
 
Ve İslam’da, farklı hayat tarzlarını, farklı inançları benimsemiş ya da inançsız tüm insanlara karşı mutlak bir adalet ve demokrasi anlayışı vardır. Kimse düşüncelerinden, inançlarından, yaşam tarzından dolayı baskı göremez, zulme uğrayamaz. İnsanlara elbette ki her şeyin en doğrusu, en güzeli anlatılır. Ancak hiçbir zaman bu konuda bir zorlama yapılamaz. Tam tersine İslam, her düşünceden, her inançtan insanın bir arada özgürce yaşayabileceği, fikirlerini en demokratik bir şekilde dile getirebileceği tek sistemdir. 
 
Ancak elbette ki şu an dünya üzerinde İslam’ın bu güzel ahlakını dünyaya tanıtabilen, gerçek Müslüman modelini, gerçek İslam toplumlarının yapısını yansıtabilen Müslüman toplulukları çok az.
 
İslam dünyasına baktığımızda, pek çok İslami grup, cemaat ya da mezhep arasında ciddi bir kin, nefret ve hatta kanlı çatışmalar yaşandığını görüyoruz. Kendilerinden olmayan herkesi, Müslüman dahi olsa, “hasım” ve “mücadele edilecek kimseler” olarak görüyorlar. Başka inançlara, başka düşüncelere, farklı dinlerden olan insanlara karşı bir hoşgörü mantığı geliştiremiyorlar. 
 
Ve işte İslam’ı, Kuran’da bildirilen ahlak doğrultusunda yaşamayan bu insanların varlığı, İslam’ın yanlış algılanmasında, İslamofobi algısının gelişmesindeki en büyük etkenlerden biri. Bağnazlık içinde körleşip İslam ahlakından uzaklaşmış bu insanlar için, Hristiyanlar, Museviler, ateistler, komünistler de adeta birer düşman hükmünde.
 
Onlarla diyalog kurup, doğruyu güzeli anlatmak, ortak noktalarda buluşup dostça yaşamanın yollarını aramak yerine, nefret söylemleriyle yaklaşmayı tercih ediyorlar. Bu insanları kazanmanın değil, dışlamanın en doğru yaklaşım olduğuna inanıyorlar.
 
Gerçekte ise bu bakış açısı Kuran ahlakına tamamen aykırı. İslam barış dinidir. Şefkat, sevgi, merhamet, adalet dinidir. Kargaşa arzusunun, kavganın, düşmanlık arayışının ve nefretin İslam ahlakında yeri yoktur. 
 
Ancak burada şunu da kesinlikle belirtmek gerekir ki, bu sadece bağnaz Müslüman toplumların bir sorunu da değil elbette. Dünyanın her yerinde her alanda bir kutuplaşma ve ötekileşme ahlakı söz konusu. “Kendilerinden olmayanı dışlamak” ve “düşman olarak görmek” hemen her düşüncedeki insanın içine düştüğü büyük bir hata.
 
Bugün bu yaklaşımı toplumun en küçük gruplarından en büyüklerine kadar büyük bölümünde görmek mümkün. Sağcı-solcu, zenci-beyaz, komünist-kapitalist, işçi-işveren, ateist-dindar, iktidar-muhalefet, Katolik–Protestan, Sünni–Şii, Türk–Kürt gibi bir çok suni ayrımın ve gereksiz kutuplaşmanın temel nedeni bu. 
 
Oysa ki sorunları kutuplaşmadan, nefret söylemlerine başvurmadan, karşı tarafı düşman olarak görmeden de çözmenin yolları var. Düşmanca konuşmadan, nefreti körüklemeden de muhalefet etmek, karşı tarafın fikirlerini eleştirmek mümkün. 
 
İşte bu “bizden olmayanlar” ya da  “ötekiler” gibi çarpık mantıkların meydana getireceği tahribatı önlemek için herkes toplumsal hipnozlara karşı çok dikkatli ve uyanık olmalı. Kimse, insanlarda yaygın olarak görülen “uydum kalabalığa” ya da “sürü psikolojisi” gibi mantıklarla hareket etmemeli. Ve amacı en başından çok açık bir şekilde görülebilen provokasyonlara da kimse aldanmamalı. 
 
İnançlı insanlar ise bunun şeytanın bir oyunu olduğu hiç unutulmamalılar. İnsanları birbirine düşürmek; birlik ve düzeni bozmak, bölmek, parçalamak; fitne ve kargaşa çıkarmak; kavga, çatışma ve savaşları körükleyip kan dökmek için, şartlara göre çeşit çeşit teknik ve hileler kullanmak şeytanın sanatının bir gereğidir.
 
Şeytanın oyununu bozmak ise, iman eden bir insan için çok kolaydır. Rehberimiz Kuran’dır. Kuran ahlakıyla, Allah korkusuyla hareket eden her insan, bu suni oyunu kolaylıkla bozacaktır. 
 
 gulgun.goktan@telgrafturk.com

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.