Bir sonbahar günü,annem köyden haber verdi, ertesi sabah şehre geliyordu.Bu habere çok sevindim,çünkü bana pek fazla gelemiyordu,yol uzaktı, aslında otobüse vereceği parayı bile harcamaktan sakınıyordu.O artık altmışına merdiven dayamıştı,iş bulamıyordu,gücü de yetmiyordu buna,bir tek babamın düşük maaşına güveniyordu.Tabi ona hizmet ettiği tek ineği de biraz kazandırıyordu,sattığı süt ve tere yağlarla torunlarına ufak-tefek armağanlar alıyordu.
Sabahın erken saatlerinde evimden çıktım ve otogarın yolunu tuttum.Dobruca’nın kavurucu soğu yüzümü yakıyordu,adeta gözlerimi yaşartıyordu.Çevremde yürüyen insanlar kimisi baltonuna,kimisi şalına sarılmış ve sanki omuzlarına dertlerini yüklemişler ve hızlı adımlarla sıcak bir mekana sığınmak için koşar adımlarla ilerliyorlardı.Kim bilir içlerinden nasıl düşünceler geçiyordu, etrafta kol gezen işsizlik,parasızlık,ödenmemiş kredi kartı borçları,hiç de kolay olmayan ekmek mücadelesi herkesi bir hayli yoruyordu son zamanlarda.Ne yazık ki,herkes bu güz günün güzelliklerini ve tabiatın sihirli elinin çizdiği renk cümbüşünü görmezlikten geliyordu…
Bizim köyün otobüsünü görünce, bu düşüncelerimden uzaklaşıverdim ve annemin inmesini sabırsızlıkla beklemeye koyuldum.Onu şefkat ve saygıyla kucakladım ve çarşının yolunu tuttuk.Önümüzdeki börekçi dükkanını görünce annemi içeriye davet ettim,çünkü yolculuk esnasında acıkmış olabilirdi,biraz da kendimiz ısınırdık .Annemi boş bir iskemleye oturttum ve kendim börek sırasına dizildim.Önümde çok yaşlı,üstü başı yırtık- pırtık bir teyzecik sabırsızlıkla sırasını bekliyordu,ara sıra da etraftaki insanları acılı gözlerle süzüyordu.Her şeyinden,giyim ve kuşamından,tavır ve hareketlerinden belli oluyordu ki,bu yaşlı teyzenin berbat bir duruma düştüğü.Başka türlü ne işi olabilirdi sabahın köründe bu börekçi dükkanında.Sırası geldiğinde satıcı kıza ,üzerine akıttığı sıcak bir göz yaşı ile sadece on stotinka uzattı ve ekledi;”-Kızım ne olur,bana bir börek verir misin,yalnız bu kadar param var…”Kirli eli ve parmakları titreyiş içindeydi.Güzel makyajlı satıcı kız,soğuk ve donuk bir bakışla yaşlı teyzeye baktı ve bol rujlu dudaklarından şu insanı incitesi cümle yuvarlanıverdi,”- Ben seni veliahtıma almadım ki, sana börek neden vereyim,hadi çık git şuradan ve ne beni,ne de sıradakileri oyalama…” O saniyede ayaklarımın yerden kesildiğini sezdim,soğuktan donmuş bedenimi adeta sıcaklık basıverdi.Bizim insanlığımıza neler olmuştu?Sadece bir börek için değer miydi bunca söz ve hakaret.İnsanlığımız yetmiş kuruşluk muydu?
O anda haykırmak istedim,sanki içimdeki kan beynime değil de yüreğime acısını akıvermişti.Çok şeyler söylemek isterdim ,fakat ağzımdan bir tek cümle çıktı;” - Ne olursunuz, verin teyzenin böreğini,ben onu da öderim”,
Elimde tek bir börekle annemin masasına doğru yürüdüm.Boğazıma tarifsiz bir acı düğümlenmişti.
Çingene yazı hala devam ediyor.Yalnızlığımla beraber yürüdüğüm yollara sararmış ve yerlere savrulmuş yapraklardan dokunmuş rengarenk halılar döşenmiş,elektrik tellerine ise soğuklardan titreşen ve sıcak ülkelere uçmayı bekleyen evsiz kuşlar doluşmuş.Keşke ben de bir kuş olabilsem ve onların göç kervanlarına katılıp uçtukları ülkelere gidebilsem,belki o topraklardaki insanlar daha mutludurlar.Sokaklarda yatan ve bir lokma böreğe muhtaç insanlar yoktur.Yetmiş stotinkayı esirgemeyelim,ne olur,insanlarımızı yetmiş kez mutlu edelim…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.
0 yorum:
Yorum Gönder