Dilimiz

14 Kasım 2010 Pazar |

Mehmet ALEV

Bulgaristan’da bir Türk varlığından söz ediyoruz. Hem de basbayağı bir varlık bu. İstatistiklere göre, bir milyona yaklaşıyor. Gayri istatistikler, bu rakamı daha da yukarılara çekiyor.
Bulgaristan’dan sonra, kalabalık bir Türk varlığı, Batı Trakya’da görülüyor. O yüzden, Batı Trakya’daki Türklerin problemleri ile Bulgaristan’daki Türklerin problemleri tıpatıp aynı deyiver. Oysa ülkeler ayrı, yönetime gelen partiler farklı. Ama bu iki ülkenin Türklere karşı yaklaşımları, davranışları ananın ikiz yavruları...
Peki, Bulgaristan Türkü ile Batı Trakya Türkünün yaşadığı sorunlar nedir? Birinci yerde, kimlik meselesidir. Adam doğmuş, büyümüş, okumuş, evlenmiş, hatta torun sahibi olmuş, hala kimliği belli değil. Türk mü, Müslüman mı, Bulgar mı, Rus mu, Karakaçan mı, Gagavuz mu?...
Bulgaristan’da T.Jivkov döneminde devlet, bu konuya tüm çarklarını çalıştırarak el atmıştı. Bir sürü sıradan bilim adamları, Türklük konusunu “işleyerek” profesörlük unvanına rahatlıkla kavuştular. Çünkü henüz “bilimsel” araştırmaya bir çizicik dahi vurmadan sonuç belli idi... “Siz Müslümansınız! Müslüman kimliği ile varlığınızı sürdürün!”
Bu 1990’dan sonra iktidara gelen hükümetlerde de böyle. Ancak kaba yöntemlerden vazgeçilmiş. Daha zarif, çok daha kibar, basit gözle görülmeyecek bir biçimde bu siyaset sürdürülmektedir!
Müslüman kimliğine hiç kimsenin bir itirazı yok. Sen, minare mi istiyorsun, dik minareni. Kuran kursu mu açacaksın, aç istediğin kadar. Arapça mı okutacaksın çocuklara, gece gündüz okut. Tarihte buna benzer bir olay, 1934 19 Mayıs darbesinden sonra yaşanıyor. Türkle, Türklükle ilgili tüm dernekler, gazete ve dergiler, toplantı ve kongreler kapatılıyor... Dini eğitime ağırlık veriliyor. Latin harfleriyle eğitim-öğretim yasaklanıyor...
Aslında bu gelişmeler çok olumlu. Kırkbeş yıl süren bir ateistlik dönemi, insanlarımızın dini duygularını büyük ölçüde erozyona uğratmıştır. Kısıtlama ve yasaklar o alana da yansımıştı...

Ama bunlar yeterli değil.
Hele de Türklük, Türkçe ile ilgili atılan adımlar hiç de yeterli değil! Mesele Türkçe’nin okutulmasına, öğretilmesine gelince, Bulgaristan Parlamentosu’ndan bekleniyormuş! Ancak bu büyük yerden onay gelirse,okullarda Türkçe zorunlu bir ders olarak okutulacakmış!
Bir Bulgar şairi, anadili Bulgarca’dan söz ederken:
“Benim anadilim, ecdatlarımın dili, kutsal bir dil...”
/Ezik sveşten na moite dedi.../ diye duygularını anlamlı bir biçimde terennüm etmiş. Ne güzel değil mi?
Demek ki, ayrıcalığa gitmiş oluyoruz. Peki, senin dilin kutsal da, benimki o kadar kutsal değil mi?
Todor Jivkov, 34 yıl boyunca Bulgaristan’daki hakimiyeti hiç kimse ile paylaşmadı. Astığı astık, kestiği kestikti. Bu kanlı diktatörden öncekiler: Dimitrov ve Çervenkov, Bulgaristan’daki Türk varlığına ilk başlarda bir hayli radikal yaklaşım sergilediler. Bunu Bilal Şimşir’in “Bulgaristan Türkleri” kitabının 169.sayfasında okuyoruz.: Geçen faşist idaresinin bütün memlekete yaptığı fenalıklarla beraber, biz Türklere yaptığı fenalıklarının en büyüğü bizi anadilimizi konuşmaya bırakmaması idi. Her nerede olursa olsun iki Türk bir araya gelip de kendi anadilini konuşmaya cesaret edemiyorlardı. Çünkü faşistlerden korkuyorlardı...Buna Türkler itiraz edecek olsalardı, karşılarına “Milleti Müdafaa” kanununu çıkardı...
Ve komünistler bu gibi söylemler ve bazı icraatlarla işi 1956-57’ye kadar götürdüler. Ve her zaman aza kanaat kılmış, azilmiş, horlanmış olan Bulgaristan Türkü, buna da “şükürler olsun” dedi. Öyle ki, haklı olarak 1944-57 yılları Bulgaristan Türkü ‘nün altın çağı olarak değerlendirilir. Mekteplerde gırala Türkçe okutuluyor, Türkçe türküler, şarkılar söyleniyor, sokaklarda şiirler, marşlar çınlıyordu. Şiirlerin hemen hemen hepsinde Stalin ya da Dimitrov’a övgüler yağdırılıyordu... Bu pek kusur sayılmaz. Ama öz ve öz Türkçe’mizle övüyorduk Dimitrov’u, Stalin’i Çervenkov’u...
Bu “kör kapmaca” döneminde Türkçe sayesinde bir hayli yazarımız, sanatçımız yetişti. Osman Aziz, Canlarım Türküler, Bizim Türküler adlı kitabında onbeş-yirmi yıl içerisinde adeta topraktan fışkırırcasına halkın bağrından çıkan türkücülerimizi aramış, bulmuş, derlemiş. Ne de iyi etmiş! Buna benzer öteki dallarda da çalışmalar olsa! Ko, yeni nesiller okusun!
1957’den sonra, Türkçe karanlık bir döneme girdi. Vaatler oldu, icraatlar görünmedi. İşler o denli ifratlara vardırıldı ki, Türkçe, Türkler tarafından dahi küçümsenir konuma getirildi.

Yazarlara, çizerlere gelince...
1944-1957 tarihlerinde ve daha önce kendini yetiştirmiş yazarlarımızın büyük bir çoğunluğu aramızdan ayrıldı. Onların ve yeni yetişenlerin önemli bir kısmı da kalemlerini Bulgarca’ya “tükürüklediler” Kalemini Bulgarca’ya ilk tükürükleyenler arasında Şükrü Tahirov/Orlin Zagorov/ vardır.
1970’li yıllardan sonra T. Jivkov yönetimindeki dikta rejimi, Türk asıllı yaratıcıların Bulgar dilini kullanarak kitap yazmaları, yaratmaları için geniş bir kampanya başlattı. Bulgarca övüldü, Türkçe sövüldü...Parti çevrelerince bir kanı aldı yürüdü: “Demek ki, Bulgarca da yazabilirsiniz. Bal gibi yazabilirsiniz...” Sırf bununla ilgili 1973 yılında Sofya’da yaratıcılarla bir toplantı düzenlendi.
Bu azılı Bulgar milliyetçilerinin de göğsünü kabartıyordu. Dil, Türkçe, bundan böyle ağırlığını, gücünü, hızını yitirecek...
Ya şimdi nasıl yazalım? Demokrasi dedik, insan hakları dedik. Bu dilde okuma, yazma dedik... Türkçe mi yazalım, Bulgarca mı, yoksa İngilizce mi?
Kitaplarını, şu anda Bulgarca yayınlayan Türk asıllı yazarlara, “Niye Türkçe yazmıyorsunuz?” sorulduğu zaman, ortaya iki kanıt sunuyorlar. Biri Türkçe yi yeterli kadar bilmiyoruz, diğeri de yazdığımız kitapları tüm Bulgaristan halkı okusun. Gerekirse kaynak olarak da gösterilsin...
Birinci kanıta gelince, Türkçe okullarda şimdiye kadar gerçekten okutulmadı. Ama insan kendi kendini yetiştiremez mi? Bulgaristan çocuk şiirinin en iyi örneklerini vermiş olan Nevzat Mehmet kendi kendini yetiştirmiş bir Türk şairidir. İkinci kanıta gelince de eğer Türkçe olarak çok değerli bir eser vermiş olursak, o eser Türkçe olmasına rağmen yine kaynak olarak yararlanılır. Bu konuda örnekler çoktur.
Sabri Con kardeşimiz, Bulgarca yazdığı “Bizim Gerlovo” /Naşeto Gerlovo/ kitabını, ahalisinin yüzde doksanı Türk olan Gerlovo’ya adamıştır. Mümin Tahir “Preminavane” kitabının bazı bölümlerinde annesine sesleniyor. Bu değerli Rodop kadınının oğlunun sesini anlayacak kadar Bulgarca bildiğini sanmıyorum.
Bir ülkenin resmi dili olarak Bulgarca’yı öğreneceğiz. Bu bizim vatandaşlık borcumuzdur. Ama Bulgarca var diyerek, anadilimize sırt çevirirsek, bana, oturduğumuz dalı kesiyormuşuz gibi geliyor!

Balkanlarda Türk Kültürü Dergisi

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.