Durmuş ARDA
1989 göçmenlerinin birçoğu, ilk senelerde, Türkçe okumakta ve yazmakta güçlük çekmekteydiler. Hatta bu Türkçe okuma yazmada güçlük çekenlerin arasında otoriter rejimin kontenjanından “okumuş” Üniversite diplomalı, hatta Türkçe öğretmenliği yapmış olanlar da vardı.
Hâlbuki seksenli senelerin başına kadar Bulgaristan’da Türk asıllı çocuklara, İlköğretim sekizinci sınıfa kadar haftada dört saat Türkçe eğitim veriliyordu. Doğal olarak bu dersleri, Türk asıllı öğretmenler veriyordu ve aynı öğretmenlere “muallim yoldaş” diye hitap ettiriliyordu.
Birçok göçmen Türkiye’de kendini geliştirirken, on- on beş senede bu “muallim yoldaşların” bazılarını, kendilerini geliştiremeyerek ne kadar boş ve pasif olduklarını, toplum hayatından ne kadar kopuk olduklarını görmekteyiz…
Benim doğduğum Kırcaali İridere”ye bağlı Tosçalı köyünde, bu “muallim yoldaşların” çoğu biraz yetenekli, fakat genellikle kişiliksiz, otoriter rejim yanlısı sülalelerden geliyorlardı. Kırcaali Pedagoji Lisesi diplomalarını ( yetmişli senelerde, bunların çoğu, dışarıdan sınavlara girerek Yüksek Okul diploması aldılar) otoriter rejimin kontenjanından okuyarak aldıklarından dolayı da aynı rejimin görev adamlarıydılar. Bu “muallim yoldaşların” en önemli görevlerinden birisi, otoriter rejim yanlısı olmayan babaların çocuklarına sistemli olarak şiddet uygulayarak sinmelerini sağlamaktı. Rejim yanlısı olmayan gerçek öğretmenler de çeşitli yöntemlerle aynı rejim yanlıları tarafından pasifize ediliyordu.
Verilen Türkçe dersleri ise, daha çok propaganda amaçlıydı. Bu derslerde sadece Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi sol görüşlü şairlerin şiirleri ezberletiliyordu veya yine sol görüşlü Türk yazarların eserleri okutuluyordu. Bir ders süresi 45 dakika olup, “muallim yoldaşın” Türkçe sözlüğü ise genelde 20- 25 dakikada tükeniyordu. Diğer 20- 25 dakika ise “muallim yoldaşın” gözü masa üzerindeki saatinde, erkek çocuklara ”Alan çayırlarında koyun güdersin”, kız çocuklarına ise”Sürmeli Sabriye’m” şarkıları söyletiliyordu. Ara sıra da “muallim yoldaşın” okkalı tokadı iniyordu tipini beğenmediği bir arkadaşımızın ensesine ve biz diğer çocukların içinde ise, Türkçe dersi değil, sadece korku kalıyordu. “Muallim yoldaşlar” değişik şahıslar olsa da, yöntem aşağı yukarı aynıydı; bazıları çocukların dişlerine tebeşir sürer, bazıları çocukların kafalarını tokuşturur… Yani Türkçe dersinin sevilmemesi için her şey yapılıyordu…
Bulgaristan’daki bu Türkçe eğitiminin ne kadar yetersiz olduğunu 1989 yılında Türkiye’ye göç edildikten sonra anlaşıldı. Fakat yine de böyle bir çağdışı eğitime rağmen, İridere bölgesinde - bölgenin tamamının Türk asıllı olmasından kaynaklanabilir - verilen Türkçe eğitimin, Bulgaristan’ın diğer bölgelerinde verilen eğitimden daha iyi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü daha sonra öğrendiğim kadarıyla, bazı bölgelerde hiç Türkçe eğitim verilmemiştir, bazı bölgelerde verilse de “muallim yoldaşların” Türkçe dersi yerine, şarkı repertuarları iki şarkıdan daha fazla olduğu anlaşılmaktadır...
Bu sözde Türk asıllı “muallim yoldaşların” bazıları da 1985 yılından sonra görev değişikliği yaparak, Türk asıllı çocuklara ana dillerini konuşturmamak, cami önlerinde ibadet edilmesin diye nöbet tutmak, evlerde kurban etleri aramak vs gibi yüce(!) görevleri seve seve yaptıklarını gördük…
Hiç unutmam, tarih 06.05.1989, Ramazan Bayramı. Şehirde oturmama rağmen, köyde Bayram ziyaretindeyim Birkaç çocukluk arkadaşımla Tosçalı ile Ağmatlar köyleri arasında bulunan tarihi camiye Bayram Namazına gidiyoruz. Fakat caminin önünde
on-on beş “muallim yoldaş” ve köy muhtarı ile karşılaşıyoruz. Daha sonra öğrendiğimize göre, gençlerin camiye gitmemeleri için, propaganda yapılması söylenmiş kendilerine… Hepsinin gözlerinin içine bakıyorum; gerçek öğretmenler hiç konuşmadan, utanç duyguları ve çaresizlik içinde yere bakıyorlar. Yüzlerinde hiçbir utanç belirtisi olmayan kişiliksiz görev adamı muhtar ve bazı “muallim yoldaşlar” ise kraldan kralcı, her şeyin bir dilim ekmekten ibaret olduğunu sanarak ”Bu adamlar ekmek yemiyor mu?” diyerek ve de dayılık taslayarak, bizleri camiden uzaklaştırmaya çalışmışlar, fakat başarısız olmuşlardır.
{Bu olaydan hemen on gün sonra, beni tehlikeli gördüler ki, gizli servis(DS) mensupları Kırcaali’de oturduğum eve gelerek, pasaport çıkartıp ülkeyi terk etmemin daha iyi olacağını söylediler. Bayram namazının, Devlet Güvenliği ile ne ilgisi varsa?}
Ancak 1985 yılından sonra asimilasyon politikasına karşı çıkan, sayıları az da olsa, eli öpülesi gerçek öğretmenlerimiz de vardır; hatta Belene kampına sürülenler de...
1989 yılından sonra Türkiye’ye göç eden veya Bulgaristan’da kalan bu gerçek öğretmenlerin başımızın üstünde yeri vardır.
Fakat zulmün bir parçası olan bazı “muallim yoldaşlar” da Türkiye’ye göç ettiler ve ne yazık ki hiç bir araştırma yapılmadan öğretmen olarak atandılar. Hatta 20 sene önce Pedagoji Lisesini bitirmiş, otoriter rejimin parti kademelerinde çeşitli görevler almış ve hiç öğretmenlik yapmayanlar bile öğretmen olarak atanmışlardır.
Türkiye’de Üniversite eğitimi almış binlerce işsiz öğretmen adayı varken, bu yarı cahilleri öğretmen olarak atamak doğru muydu acaba?
Ve bu “muallim yoldaşların” gerek Bulgaristan’da, gerek Türkiye’de yetiştirdiği çocukların durumu ortada!…
........................
Not: Bu yazıyı 2006 yılında yazmıştım. Fakat güncelleme gereği duydum, çünkü 1989 yılından önce, dolaylı yoldan da olsa, zulmün parçası olanların hiçbirisinde vicdan azabı belirtileri görmediğim için, hiç vicdan azabı çekip çekmediklerini sorma alışkanlığım vardır… Aldığım cevap ise genellikle “Ekmek davası için yaptık” oldu. Ekmek davası için her şey mubah mıdır?...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.
0 yorum:
Yorum Gönder