Dr.Müjgan DENİZ
Bultürk Genel Sekreteri, İ.U.Öğretim Görevlisi
İnsanların
Yüzlerinin ve gözlerinin rengi
Başka başka da olsa
Gözyaşlarının rengi hep aynıdır.
İnsanın en hayırlısı, diğer insanlara yararlı olandır. Bundan dolayı en kutsal şarkılar anneler için bestelenmiş, en içtenli şiirler onlara adanmıştır.
Nereye gideceğini bilen insana bütün dünya yol verir. Hedefi olmayan insan 40 yıl yürüse bir yere varamaz. Başka bir değişle gideceği liman olmayan gemiye hiçbir rüzgâr fayda etmez.
Bu sözler, biz Bulgaristanlı Türk kadınları için ibret doludur. Çünkü biz 1984-1990 ağır kimlik mücadelemizle destanlar yazdık, kurbanlar verdik, adına totaliter denen baskı rejiminin bütünlüğünü bozduk, çökmesine neden olduk, fakat evlatlarımızın okullarda Türkçe ders görmesi gibi öz haklarımızın başında gelen bir edinime sevinemedik.
O gün bu gün 23 yıl geçti. Yeni bir kuşak yetişti. Bu yıllar tamamen boşuna geçti demek istemiyorum, çünkü bu suskunluk döneminde olayları yakından izlerken, öz haklarımız uğruna gece gündüz demeden arasız mücadele etmemiz gerektiğini yine kendi deneyimlerimizden öğrendik. Çözümlerin anahtarı, küçük edinimleri, hatta doğal haklarımızı elde edip yaşatmamız için mücadeleye mola vermeden, hiç arasız devam etmekte gizliymiş. Bunu da yaşarken öğrendik.
Biz, Todor Jivkov'un devrilmesi ve demokrasinin tesis edilmesiyle tüm özgün isteklerimizin, insan haklarımızın kendiliğinden topluca verileceğini, kanunlaştırılacağını sanmıştık. Etniklerin kültürel ve medeni hakları bakımından Bulgaristan Cumhuriyeti'nin 1960'lara döneceğini sanmıştık. Türk okul, birkaç lise, okuma evi, kütüphane, tiyatro, radyo ve TV programlarını düşündük. Özlemlerimizdeki öz buydu. Böyle bir beklentiye dayanan gerçekçi uyanıklılığımız HÖH tarafından yavaş yavaş körleştirildi. Türklüğün gönül hoşluğu için hiçbir şey yapılmadı. Bu işte Hak ve Özgürlükler Partisi'nin büyük rolü var. Biz HÖH partisine güvenmiştik. Haklarımız uğrunda mücadelenin bayrağını yükseklerde dalgalandıracağına inanmıştık. Oysa daha 1990'da partide hemen başa geçenler, kişisel hakları tatmin edilip cepleri dolunca, kültürel haklarımız da bu arada, hak ve özgürlüklerimiz uğurda savaşım ateşinde yananların isteklerine yüzleri bile kızarmadan ters baktılar.İsteklerimize kulaklarını tıkadılar. İki arada kaldık. Dava adamlarını ve verilen mücadelenin hedeflerini görmez oldular. Onların muhtarlık ve belediyelerde, mecliste ve HÖH yönetim organlarında devletle bütünleşmesi, zırha bürünmeleri, öz davamızdan çekilmeleri hepimiz için üzücü ve gönül kırıcıoldu. 1990'dan sonra yeni bir kuşak yetişti. Biz, yeni kuşağa Türk ve Müslüman olarak herhangi bir esaslı kazanım sunamadık, Türk ruhunu aşılamakta zorlandık, onlar da biz gibi öz kültürü budanmış, köreltilmiş bir ortamda girdiler hayata.Şimdi de, Türk ruhunu yaşatırken zorlanıyorlar.
Söylemek istediğim şudur. İnsan bilmediği, tanımadığı özlemediği bir şey için mücadele etmez. Ümit olmadan, özlenen ele geçirilemez. Oysa biz dünya üzerindeki en güçlü silahı, haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna ruhumuzu ateşlemiştik. Sonra özümüzde kuvvet bulup bu uğurda başarılı örgütlendik. 1990 mitinglerinde bize, "oluşan gül demetindeki güllerin en güzeli biziz, bu demet eşit haklı Bulgaristan kokacak!" diyenler şimdi nerede?
Aylarca yıllarca parlamentoya gitmediler, Halkımıza, oyumuza, güvenimize, ihanet ettiler
1990 öncesi Bulgaristan çok ayrışmıştı, bunun böyle olmasını biz de asla istememiştik. Ama eziliyorduk, hatta elimizde olmayan şeyler için zorlanıyorduk ve ezildikçe örgütlü başkaldırdık. Hıristiyan ve Müslüman, Türk ve Bulgar olarak kamplaşmıştık. Hıristiyan çoğunluk devletle bütünleşip iktidarın baskı araçlarıyla bize zülüm ederken toplum alabildiğine gerilmişti. Bulgarlar milliyetçilik sınırını aşıpırkçılık uygulayınca, oyun tamamen bozulmuştu. O yılları hatırlamak ve o sıkıntıları bir daha yaşamak istemiyoruz. Husumeti yenmek varsın ortak zaferimiz olsun. Öç almak için kin beslemiyoruz. Bize yıllarca nefretle, öfkeyle, intikamcı bir dille konuşulmuş olsa da, biz artık korku kültürünü yendik, biz onlara hep insan diliyle konuştuk ve konuşmaya devam edeceğiz. Biz sabırlıyız. Niyetimiz ayrışmak, bölünmek, parçalanmak değil. Vatan birdir. Ne ki, insan ancak, evinde, konu komşu arasında, işte, toplumda kendi özellikleriyle, öz kimliğiyle iletişim kurup, anlaşılmak, takdir edilip onaylanmak için yaşar. Toplumsal anlamda bunun tarifi insanın çok kültürlülük içinde birey olmasına olanak sağlanması anlamına gelir. Çok kültürlülüğün özünde ise, herkesin yani azınlıkta olanların, tüm bireylerin tüm haklarının eşit tanınması ve takdir bulması vardır. Yani Türkün Türk olarak takdir görmesi, Bulgar’ın Bulgar olarak sayılması v.b.
Bizde demokrasiye geçişle eski totaliter rejimden tek kültürlülük devralındı ve buna HÖH tepki göstermedi. Büyük yanlışlardan biri de bu oldu. Ulusal devletin yasal özü de totaliter rejimden aktarılıp kabullenildi. İkinci temel yanlış da bu oldu. Ardından, Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilen Yeni Anayasa kültürel alanda egemenliğin paylaşılmasına kapı açmadı.
Böylece, yan yana daha mutlu yaşayarak, farklılıklarımızın bütünlüğünü birleştirip yeni bir medeniyete yönelmemize set çekildi. Bulgarlar belki de bölünmeden korktular. HÖH yönetimi de bu konuda pısırık kaldı. Bu işlerin parlamento komisyonlarında susarak, parlamento oturumlarına aylarca yıllarca katılmayarak, oturumlarda sahte kart kullanmakla olmayacağını görsek de, çok geç olmuştu. Sofya'yı ilk defa milletvekili seçildiklerinde görenler, halkımızın bilgeliğine kulak vermediler. Milletvekilişerefiyle farklılıklarımızı yaşatacak hukuksal uygulamayı Anayasa ve yasalara işleyemediler. Huzur bozucu bir gerçek de şudur: Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve diğer Müslüman kesim üzerinde HÖH'ün (Türk Partisinin) kurduğu hegemonya etnik hak ve özgürlükleri köklendirme mücadelesinin ruhunu ve ateşini söndürdü. A. Doğan'ın geliştirdiği etnik kimlik teorisi, "Bulgar etnik modeli "Türklüğümüzün köküne kibrit suyu döktü ve kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramadı.Havada kaldı.
Son durum nedir?
Türk kültürümüzün özünde anadilimiz esas uzvumuzdur. O, yüreğimizde, özümüzde oluşan ve dilimizde yaşayan en güçlü iletişim aracımızdır. Her şeyden önce gelir. Bizdeki diğer etniklerle duygusal anlaşmamız bir güç kaynağımızdır, fakat etnik anadiller gelişmeden her şey kısır kalır.
Biz, Türklüğünü unutmamış, etnik bilinciyle yaşayan bir halk topluluğuyuz. Kaynaklarını zorlayarak genişletmek refahını yükseltmek isteyen geleneksel bir yaşam biçimimiz var. Dürüst, namuslu ve çalışkanız. Karşılıklı hoşgörüye, iyi komşuluğa, yardımlaşmaya açığız. Azınlığımızdan olan her kişi kendini mutlu hissetmek isterken haklıdır. Kültürel geleceğimizin karanlık olması mutlu olma özlemimize en büyük engeldir.
Kültürel bütünlüğümüz konusu dönüp dolaşıp hep anadilin okullarda zorunlu okutulmasına geliyor. Çünkü toplumda hızla gelişebilmemizi dilimize borçluyuz. Dilimiz gelişmedikçe biz gelişemeyiz. Başkalarını eğitebilen, bilgi ve deneyim aktarabilen yalnız insandır, bu da öncelikle dil sayesinde olanaklıdır. İnsan önce anadilini öğrenip sonra öteki dilleri öğrenir. Kuşaktan kuşağa bilgi ve deneyim aktarma yalnız anadille olur. Devamlı gelişip zenginleşmeyen bir dil düşünceyi ve hayatı da doğru yansıtıp geliştiremez. Her şey her bakıma sakat kalır.
Düşünenlerin düşüncesi olarakşunları paylaşmak istiyorum: Anadil, ne öğretilir ne de öğrenilir; doğal olarak evet, ana sütü gibi yalnızca edinilir. Hiç ana, çocuğunu karşısına alıp "Hadi bakalım; şimdi dilimizi öğreteceğim sana," demez! Yalnızca ninni söyler, masal anlatır çocuğuna...
Kimse ana dilini nasıl öğrendiğini anımsamaya çalışsın eminim anımsayamayacaktır: Tıpkı anasının sütünün tadıgibi...
Çocuğun Türkçeyi ana dil olarak öğrenmesi Türkçe konuşulan bir çevrede büyümesine bağlıdır. Bu çevreyi ana, baba, çocukları, nene ve dede hatta yakınları, akrabaları, komşuları ve modern ailede radyo, TV gibi iletişim araçları v.b. oluşturur. Hemen sonra okul, okul ve yine okul gelir. Kültürel ortama bağlı olarak, 2,3,5 dili de anadil gibi öğrenmek olanaklıdır. Ama bu bir köyde zor olur. Çağdaş kültürün derinleşmesinde tiyatro, sinema, basın yayın da çok büyük önem taşır.
Tekniksel açıdan modern iletişim araçları ve yüksek donatımlı sınıf odalarında öğretmenlerin katılımıyla anadil öğretiminde mükemmel başarılar elde edilmesi mümkündür. İnsan beyninin, çocuklarımızın küçücük beyinlerinin kabiliyeti Bulgaristan'dan ve tüm Balkanlardan çok daha geniştir ve hele bizim çocuklarımızın yetenekleri en az bütün dünya kadar kocamandır. Bunu böyle söylemek böbürlenmek ya da yerinde saymak, teslim olmak anlamına da gelebilir. Çünkü öğrenilen dil bir edinimdir. 1 dil bilen dünyaya 1 pencereden; 3 dil bilen ise 3 pencereden bakar. Daha fazla bilir, daha fazla görebilir, daha yararlı olur. Bu konuda azimli olduğumuz için çocuklarımızın Türkçe eğitim sunulan ve Bulgarca da öğretilen anaokullarında, Bulgar okullarında zorunlu Türkçe dersleri gören sınıflarda eğitilmesinin yasallaştırılmasında ayak diriyoruz, kararlıyız ve geri adım atmayız, atmamalıyız, atamayız.
Çok kültürlü demokratik toplumda kendi öz kültürümüzü, edebiyat ve sanatımızı hak ettik. Bizim isteklerimiz en temel insan haklarının başında gelir. Anadilimiz olarak Türkçeyi iyi bilmemiz, bizim Bulgaristan'ı daha az sevdiğimiz anlamına gelmez, daha çok seveceğiz anlamını taşır. Vatan sevgisi, çocukluğun geçtiği yerlerde, ata mezarı arasında kudretlenir.
2 yorum:
Özümüzü yitirmeden ve anadilimizi göz ardı etmeden; "1 dil bilen dünyaya 1 pencereden; 3 dil bilen ise 3 pencereden bakar. Daha fazla bilir, daha fazla görebilir, daha yararlı olur".
Hiç bana çok kültürlülükten söz etmeyin, çok kültrlülük diye diye Türklüğün, Türkçülüğün, Türkçenin canına okudunuz. Önce milli bilince sahip olsun, sonra 15 dil, kültür öğrensin!
Adam daha kendi özüne nasıl sahip çıkacağını bilmiyor, siz enternasyonal afyonlarla milletin beynini yıkıyorsunuz!
Yorum Gönder