Gölgelenen neşe

17 Ocak 2013 Perşembe |


Mustafa BAYRAMALİ


Bugünlere Türkçemiz üzerine sahnede yeni oyunlar oynanıyor. Okullarda seçmeli mi? saçmalı mı? okutulmalı sorunu gündemde. Yeni, okul öncesi ve okul eğitimi yasasının meclisten geçmesiyle ilgili bir sürü lakırdılar dökülüyor ortaya. Ne gerek !? Bir milyona yakın Türk bu topraklarda ömür yıpratıyor. Anadilleri Türkçe, vatanı Bulgaristan Cumhuriyeti.  Bu şüphe götürmez bir gerçek. O zaman lakırdıya ne gerek?  “Türk çocukları devlet ve belediye okullarında kendi anadillerini mecburi okumalıdır “, belirtilsin yasada ve sorun çözülsün. Bir de yine yasada uzmanların fikri alındıktan sonra “ Haftalık 4 saat veya 6 saat okunmalı “, diye belirtilsin ve o kadar. Zaten kendi Anayasamız, Avrupa birliği yasaları ve devletleri anlaşmaları da bu hakları tanıyor azınlıklara.
                Bildiğime göre pedagoji uzmanları anadili ne kadar iyi bilinirse,   yabancı diller daha kolay ve tam öğrenileceğini öneriyorlar. Demek anadilinin doğru dürüst benimsenmesinin zararı yok, faydası var, vatan dili Bulgarcanın öğrenilmesine. Dilin iyi benimsenmesi de okul da, daha çocuk yaşında olur. Yasalar okunmasını mecburi kılar, devlet gereken olanakları sağlar ve mesele hallolunur.
                Bütün bunlar bana şu olayı anımsattı :
Koca geçenlerde  komşum elime bir dâvetiye sıkıştırdı.
“ Dostum, torunumun düğünü var”, dedi.
Otuz beş yaşındaki kızı Hafise 1989 yılı o  boralı zamanlarda, eşi Selim, oğlu Salim ile beraber İngiltere’nin  yolunu boyladılar. Gerçi onlar Türkiye sevdasıydılar. Olmadı . Sınır kapandı. Bağaj sıkılı kaldı. Niyet niyettir dediler, terk ettiler buralarını. Çalıştılar, kazandılar. Bir de kız çocukları dünyaya geldi.  Adına Selma, dediler. Buradan on yaşlarında giden oğulları Salim orada okudu, meslek sahibi oldu. Bir pastane de işe başladı. Yuva kurma zamanı geldi. “ Yabancı istemem, buralardan eş almam, olacaksa gene bizim memleketten olsun “, dedi. Gidip geliriz, baba diyarı, ata yadigarı oralarını unutmayız, unutmamalıyız, diye düşündü. Memlekette, buralarda sık sık dolaşmağa başladı ve abayı Safinaz’a yaktı. Safinaz da ona gönlünü kaptırdı. Söylenecekler söylendi. Görülecekler görüldü. Alınacaklar alındı. Sıra düğüne geldi.
Doğru doğru, dosdoğru.  Komşum ve  düğün sahipleri kadar ben de heyecanlıydım. Birde düğün şehrin en görkemli restoranında yapılacaktı.
Gittik, masalara kurulduk. Önümüz dolu. Ne istersen yiyebildiğin kadar  ye, ne içeceksen, midenin aldığı kadar iç. Biz de neşeyle, gururla, kadehleri dokundurmağa, çatalları oynatmağa başladık. Hele müzik ! O, kıvrak Rumeli türküleri bizi coşturdukça coşturdu. Dilimiz çözüldü. Heyecanımız en yüksek doruğa ulaşmak üzere. Bir ara bizden daha neşeli bir kız dikkatimizi çekti Çağırıp kimin kızı olduğunu soracak  olduk. Hemen arkadan biri yetişti. “ Ne var ağabeyler ?  Söyleyin ! O Türkçe bilmiyor “, dedi. Dostumun İngiltere de dünyaya gözlerini açan torunu Selma olduğunu öğrendik ondan. Sonradan Selma’nın İngiliz misafirlerle daha çok senli benli olduğu dikkatimizi çekti.
Bir ara müzik kesildi. Ortalık sakinleşti.                                                                                                                    Sunucu :
“ Biraz sabır. Söz kaynana da “, diye ilân etti.
Dostumun kızı Hafise kalktı. Elbiseleri cicili, bicili. Şıklığı yerinde. Heyecanı haklı olarak bir karış başının üstünde   olduğu bakışlarından belli.
Etrafına bakındı, Bulgarca tüm akrabalarına, eşine, dostuna , misafirlerine düğün merasimlerini şereflendirdiklerinden dolayı, “ hoş geldiniz, şeref verdiniz “, diye selâmladı kısaca.
Sonra döndü, İngilizce , İngiltere’den gelen misafirleri de selamlayıp oturmaya niyetlendi.
Sunucu, onu “ Şimdi  gene, sizce selamla tüm katılanları “, diye uyardı.
Kaynana “ Ben Türkçeyi beceremiyorum o kadar “, dedi Bulgarca ve oturdu.
Biz biri birimize bakındık. Şaşkınlığımız yüzlerimizde okunuyordu. Heyecanımız, neşemiz gölgelendi. Müzik yeniden başladı. İlle biz duymuyor, Kulağımızı, içimizi bir şey okşamıyordu artık.
Bunu  söyleyen  de anne, yani kaynanadır. Bir de üstelik Türk !  Anadili Türkçe ! İlle dili okulda değil, kulaktan dolma öğrenmiş. Netice de vahim. Bizim çocuklara işte bu uygulanmaya yelteniliyor.   

                                                                                    

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Ne oldu,heyecanımız, neşemiz mi gölgelendi?
Elin kızı dil,din değiştirip Valide Sultan olurken, gâvurun oğlu dil din değiştirip
Veziri Azam,Sadrazam olurken, devşirmeler hep bizden yana olurken hoştu da, el oğuşturulur,övünmekten baygınlıklar olurdu...
Dünyanın güzel şeyleri hep bizden yana olmayacak ya, biraz da öte tarafa doğru olsun...
Türküm amma, Türkçe pek konuşamıyorum desinler...İngilizce,Bulgarca daha güzel konuşuyorum desinler.
O ana dili denşilen şey havadan sudanmış desinler,"turski vestnik - hava gazı" desinler...
Desinler de desinler ama Osmanlı döneminde o zavallı"poturnak ( Türkleşen,dönme)" gibi, kilisenin çan sesinden rahatsız,
şikayetçi olmasınlar efendim...


Adsız dedi ki...

mustafaaga türkçeyi savunmak en sonunda sana kalır ne oyuncu ne oyuncu cumaya gidiyor artık

Adsız dedi ki...

1984-1989 yıllıarında Türklüğü cesurca savunarak Belene'de yatmayı göze almamış da olabilir. Başıma bir şey gelmesin diye şirin de görünmüş olabilir (duyduklarıma dayanarak böyle bir sonuç çıkarıyorum). Lütfen böyle sevğyesizce yorumlar yazmayın!
Türklüğe yeteri kadar sahip çıkmadı diye eleştirmenize bir şey demem. Ama böyle adice ve soysuzca yorumları kınıyorum. Bunlar yorum değil, resmen saçmalık.

Adsız dedi ki...

Mustafa bey, iyi hoş söylüyorsunuz da, bunları 23 yıl önce söyleyebilir miydiniz? Size karşı herhangi bir fenalık hissetmiyorum. Bu soruyu Türk kanı taşıyan sormalı kendi kendine!

"Ben Türklük için ne yapabilirim, ne feda edebilirim" diye sormayan nsandan nayır gelmez.

Bu lâfım herkese!

Adsız dedi ki...

Merak ediyorum Mustafa Beyin çocukları torunları acaba Bulgaristan'da mı?

asiye umut dedi ki...

Bende şunu merak ediyorum; neden yazılanlar ve anlatılanlardan ders çıkarıp bir dönüp kendimizi sorgulamayız da, yazma zahmetine girerek yaşadıklarını ve gördüklerini paylaşma cesareti gösterenleri eleştirilerimizle boğmaya çalışırız...

Adsız dedi ki...

kültür erozyonuna uğramış bir millet önce dilini sonra benliğini kaybeder! dil kültürdür,dil örf ve adettir dil millettir dil bir varoluş simgesidir.Dilimizi gözümüz gibi koruyup kollamak ve bizden sonraki nesillere düzgün bir şekilde aktarmak boynumuzun borcu olmalıdır.
Bu yazıdan rahatsiz olan densizler, soysuzlar ve korkaklar tarihte olduğu gibi bugun de varlar ama artık insanlarımız cahil ve eğitimsiz değiller bu yuzden onlara prim vermezler!
yc

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.