АRALIK- OCAK, AH ŞU ANALAR…

9 Ocak 2013 Çarşamba |

Mehmet ALEV
Kış ortası, Aralık-Ocak oldum olası, anı, yaşantı yoğunluğu ile hayatımda yer etmiştir. Daha sonraları Türklük kimliği ile de, bu iki ay defalarca önemini belirtmiştir.
Yakın tarihten yola çıkarak, bir de gerilere dönelim…
Bundan 28 yıl önce, Aralık-Ocak, Doğu Rodop Türk halkı tarihine en acımasız, hatta barbarca bir yaklaşımla geçmiştir. Şovenliği kendi programının birinci maddesine alan komünist klik, göstermelik olarak, Çingene ve Pomak kardeşlerimizi Bulgarlaştırdıktan sonra sırayı, bizlere, Türklere getirdi…
Bundan 28 yıl önceki Aralık-Ocak’ı bir çok yazar, çizer, sanatçı arkadaşımız keskin kalemleriyle dile getirdiler. Tankların, tüfeklerin karşılarına çıplak göğüsleri ve büyük yürekleriyle çıkan şehitlerimizi, alelacele buzhane gibi kamyonlara yükletilip Beleneler’e sürülen insanlarımızı hep anlatmaya çalıştık.
Bir kadınlığı ile bu barbarlığa karşı koyan, iki çocuk annesi Hüsniye Atasoy da bunların arasındaydı. Henüz kırkında bile değildi…
Gerilere deyince, bundan 134 yıl öncesine dönelim…
Osman Paşa’nın dillere destan Plevne savunması sökülmüş, Paşa esir, askeri ise helak mellak olmuş, dağlara taşlara dağılmıştır.
O, kış kıyamet günlerinde, hele Aralık-Ocak bağlamında, gerçek anlamda bir can pazarı yaşanmıştır. Meşhur Rus Generalı Gurko, Sofya’da zafer çığlıkları ile karşılanırken, Türkler, sivil halk kendini daha güvenilir yerlere atmak için her şeyi göze alır.
Güvenilir yerler ise Edirne İstanbul istikameti ve kara kışın hakimiyetindeki Rodop dağlarını aşıp Akdeniz kıyılarına ulaşmaktır.
Rodop dağları yaz ayları serin, çiçeği, kuşu ve bitki örtüsüyle bir cennet köşesi ise, kışları geçit vermez, soğukları acımasız olur.
Bulgar yazarı Georgi Petkanov, “Korkutan Sessizlik”(Podplaşena Tişina) adlı kitabında Filibe ve civarı halkının bu kış kıyamette Rodopları kucaklayan insanların dramını şöyle dile getiriyor: “…İşte, 1878 gelip çatar. Ve o zaman, Rojen dağı Ruslardan kaçan Türk ahalisinin akıl almaz trajedisine tanıklık eder. Çoluk çocuklarla birlikte ufak tefek ev eşyalarını at, eşek ve öküzlere yükleterek yola çıkmış olan başları sarıklı erkeklerin, soğuktan tirtir titreyen kadınların yürüyüşü günlerce sürecektir. Bu kaçışın, bu görülmedik göçüşün asıl insanı sarsan boyutları daha sonra anlaşılacaktır. Rojen gediğinde hemen yol kenarında, karın üzerinde yepyeni sargılar içinde, yanakları pembe mi pembe bir bebecik donup kalmış. Biraz aşağıda, orman içinde kendi kanıyla yunmuş ipek yorganlarla sarılı çiçeği burnunda bir annecik…
Aralık ve Ocak’ta vuku bulan bu iki olay arasında yaklaşık yüz yıllık bir mesafe vardır.
Bu yüz yıl içinde ne değişmiştir?
Hüsniye annemiz, Beleneler’e, sürgünlere adını, imanını korumak için sürülmüştür! Adını dahi bilmediğimiz gencecik anne de yavrusunu, canını, namusunu korumak için karlı yolları seçerek bir nevi şehit gitmiştir!
Aralıkları, Ocakları unutmayalım, unutturmayalım!

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.