АRALIK- OCAK, AH ŞU ANALAR…
Mehmet ALEV
Kış
ortası, Aralık-Ocak oldum olası, anı, yaşantı yoğunluğu ile hayatımda
yer etmiştir. Daha sonraları Türklük kimliği ile de, bu iki ay defalarca
önemini belirtmiştir.
Yakın tarihten yola çıkarak, bir de gerilere dönelim…
Bundan 28 yıl önce, Aralık-Ocak, Doğu Rodop Türk halkı tarihine en
acımasız, hatta barbarca bir yaklaşımla geçmiştir. Şovenliği kendi
programının birinci maddesine alan komünist klik, göstermelik olarak,
Çingene ve Pomak kardeşlerimizi Bulgarlaştırdıktan sonra sırayı,
bizlere, Türklere getirdi…
Bundan 28
yıl önceki Aralık-Ocak’ı bir çok yazar, çizer, sanatçı arkadaşımız
keskin kalemleriyle dile getirdiler. Tankların, tüfeklerin karşılarına
çıplak göğüsleri ve büyük yürekleriyle çıkan şehitlerimizi, alelacele
buzhane gibi kamyonlara yükletilip Beleneler’e sürülen insanlarımızı hep
anlatmaya çalıştık.
Bir kadınlığı ile bu barbarlığa karşı koyan,
iki çocuk annesi Hüsniye Atasoy da bunların arasındaydı. Henüz kırkında
bile değildi…
Gerilere deyince, bundan 134 yıl öncesine dönelim…
Osman Paşa’nın dillere destan Plevne savunması sökülmüş, Paşa esir, askeri ise helak mellak olmuş, dağlara taşlara dağılmıştır.
O, kış kıyamet günlerinde, hele Aralık-Ocak bağlamında, gerçek anlamda
bir can pazarı yaşanmıştır. Meşhur Rus Generalı Gurko, Sofya’da zafer
çığlıkları ile karşılanırken, Türkler, sivil halk kendini daha güvenilir
yerlere atmak için her şeyi göze alır.
Güvenilir yerler ise Edirne
İstanbul istikameti ve kara kışın hakimiyetindeki Rodop dağlarını aşıp
Akdeniz kıyılarına ulaşmaktır.
Rodop dağları yaz ayları serin,
çiçeği, kuşu ve bitki örtüsüyle bir cennet köşesi ise, kışları geçit
vermez, soğukları acımasız olur.
Bulgar yazarı Georgi Petkanov,
“Korkutan Sessizlik”(Podplaşena Tişina) adlı kitabında Filibe ve civarı
halkının bu kış kıyamette Rodopları kucaklayan insanların dramını şöyle
dile getiriyor: “…İşte, 1878 gelip çatar. Ve o zaman, Rojen dağı
Ruslardan kaçan Türk ahalisinin akıl almaz trajedisine tanıklık eder.
Çoluk çocuklarla birlikte ufak tefek ev eşyalarını at, eşek ve öküzlere
yükleterek yola çıkmış olan başları sarıklı erkeklerin, soğuktan tirtir
titreyen kadınların yürüyüşü günlerce sürecektir. Bu kaçışın, bu
görülmedik göçüşün asıl insanı sarsan boyutları daha sonra
anlaşılacaktır. Rojen gediğinde hemen yol kenarında, karın üzerinde
yepyeni sargılar içinde, yanakları pembe mi pembe bir bebecik donup
kalmış. Biraz aşağıda, orman içinde kendi kanıyla yunmuş ipek
yorganlarla sarılı çiçeği burnunda bir annecik…
Aralık ve Ocak’ta vuku bulan bu iki olay arasında yaklaşık yüz yıllık bir mesafe vardır.
Bu yüz yıl içinde ne değişmiştir?
Hüsniye annemiz, Beleneler’e, sürgünlere adını, imanını korumak için
sürülmüştür! Adını dahi bilmediğimiz gencecik anne de yavrusunu, canını,
namusunu korumak için karlı yolları seçerek bir nevi şehit gitmiştir!
Aralıkları, Ocakları unutmayalım, unutturmayalım!
0 yorum:
Yorum Gönder