Turunculu adam ve ben

6 Mayıs 2013 Pazartesi |


Nil KARAİBRAHİMGİL 


Yanına bir sandalye çekip oturmak istedim. Los Angeles’ta Sunset Bulvarı’nda iki erkenci kuştuk. Ben karşıdaki kitapçının açılmasını bekliyordum. Sen hiçbir şey beklemiyordun ve seni harika yapan da buydu!

Sen ‘olan’la dans ediyordun. Olacak olanlara göz koymuş değildin.
Önünde laptop’ın, sağ yanında kahven vardı. Yanında bir ağaç vardı. Şanslıydın, gölgen vardı.
“Bugün çok sıcak olacak” kadar boş bir şey söylemek istedim sana. Asıl sormak istediğimi şimdilik gizlemek için.
Asıl sorum, “Sabahın bu köründe nasıl bu kadar turuncu olabiliyorsunuz?”du.
Soramadan kursağımda kaldı.
Ne de olsa ben, kitapçıların açılmasını bekleyen biriyim.
Bekleyenler, o ana balıklama dalmaktan çekinebilirler bazen.
Çünkü kötü bir tepkiyle karşılaşma ihtimalini de beklerler. Sen bana bakma.
Bir insanın, üstelik koskoca bir adamın, sabahın bu saatinde bu kadar fosforlu turuncu bir şey giymesi büyüleyici geliyordu bana.
Önyargılarımdan utanmamı sağlıyordu, bu bir. Ki bu iyi bir şey. Bana mutlu insanların işte böyle cesaretlerle bezeli olduklarını hatırlatıyordu, iki.
Ki bu da iyi bir şey.
“Ancak hayatından çok mutlu biri şu an bunu giyiyor olabilir” dedim fazla düşünmeden. Üstelik sadece sırtına bakarak. Sırtından dünyaya bu kadar renk yansıtan biri, içinden ışıldıyordur gibime geldi.
Belki doğru değil bu dediğim, çünkü bir cesaret nefesimi toparlayıp yanına gelemedim.
Aslında bu da önemli değil.
Önemli olan, güneşin altında bir insana düşündürdüklerin. Hatırlattırdığın. Bulaştırdığın o güç.
Kafeden çıkıp artık açılan o kitapçıya doğru yürürken, yüzünü görmek istedim ama yukarıda kaldın.
Sonra ben kitapçıya girdim.
Elime bir kitap aldım. O anki düşüncelerime tastamam oturan bir kitap: Mutlulukla ilgili efsaneler!
Pozitif kelimesinden, gökkuşağı yapıştırmalarından hiç hoşlanmayan Sonja Lyubomirsky yazmış.
Muhtemelen şu an burada olsa, böyle turuncu giymek illa ki birinin çok mutlu olduğunu göstermez diyecek, kafamdaki mutluluk tahtasından turuncu rengi silecekti. Hepimizin doğuştan belli bir mutluluk seviyesiyle doğduğumuzu ve bunun arada biraz aşağı inip, biraz yukarı çıkmasına rağmen, çabucak eski haline döndüğünü söyleyecekti. Ancak ‘araya giren’ güzel şeyler insanı mutlu eder diyecekti.
Yani sürekliliği olmadan, girip parıldayıp çıkan. “Piknik gibi yani” diyecektim.
“Gidip mutlu olup dönersin.
Ama sana artık hep pikniktesin dense, orası hapishaneye dönüşür.”
Evet, aynen öyle diyecekti.
“Kendini başkalarıyla karşılaştırıp duranlar, işte gerçek mutsuzlar onlar” diye devam edecekti.
Sartre acaba, başkaları cehennemimdir derken bunu mu kastediyordu?
Bu karşılaştırıp duranlar 24 saat kendilerine açıklamalar yaparmış. Onlara tatlı verirsen, “Oh be iyi ki öbürünün tatlısından yememişim amma kötü” demeden rahat edemezlermiş.
Öyle tuhaf insanlarmış ki bunlar, “Bu testte sen kötü yaptın ama arkadaşların daha kötü yaptı” cümlesini, “Harika aldın, ama diğerleri daha iyi aldı” cümlesine yeğlerlermiş.

Seninle ve Sonja’yla konuşamadım.
Ama ‘araya giren güzel şeyler’ nedir o gün anladım.

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.