ESAS OLAN KARŞILIKLI HOŞGÖRÜDÜR

9 Ocak 2014 Perşembe |

Sayın İsmail Köçükömer tarafından kaleme alınan ve elektronik ortamda kimin adına yayınlandığı belli olmayan, 3 sayfalık bir yazıda, Bulgaristan Türk ve Müslümanları, Türkiye Bulgaristan ve AKP HÖH ilişkileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlarda izlediği yeni politika, Bulgaristan gibi bir ülkede azınlık olma ve ülkemizdeki İslam kültür anıtlarının vahim durumu gibi konulara dokunulmuştur.
 
Yapıcı eleştirel olduğundan fazla yakınma nitelikli bu uğraşıda, kafa karıştıran noktalar, duruma açıklık getirenlerden fazladır. Bunlardan bazıları üstüne kendi görüşlerimizi açıklamak istiyoruz.
 
Bir; Sayın Küçükömer, Türkiye’nin dış politikasını bütünsellik ve devamlılık arz eden bir oluşum içinde görmüyor. Bulgar devleti ve hükümetiyle olan ilişkilerin somut durumuna bakılmaksızın, Bulgaristan Türkleri ve Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) açısından her zaman olumlu, destekleyici, arkalayıcı ve hoşgörülü olma temennisiyle, yardım istiyor, 2013 yılının bu açıdan “boş yıl” olduğunu yazıyor.
 
Önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin komşusu Bulgaristan’a karşı kesintisiz ve dostluk, iyi komşuluk ve iki taraf için yararlı işbirliği temelinde ilkesi bir dış politika izlediğini söyleyelim.
Bu politikanın temelleri M.K. Atatürk tarafından “Bulgaristan ile Türkiye Dost Olmak Zorundadır” sözleriyle atılmıştır. Bu esasa gölge düşüren bir değişiklik söz konusu değildir. Bu ilkeli tutum yıllar içinde şöyle de dile gelmiştir.
1974 yılında Bulgaristan’ı ziyaret eden Başbakan Bülent Ecevit Razgrat’ın Vladimirovtsi köyünde yaptığı konuşmada “Benim bu ülkedeki soydaşlarımın hakları tanındıkça, özgürlükleri itibar gördükçe, onların din, dil, eğitim, öğrenim, yaşam biçimi ve öz kültürleriyle yaşamalarına engel olunmadıkça, Bulgaristan’ın ve Bulgar halkının Türkiye’den ve Türk halkından daha yakın bir dostu, daha iyi bir komşusu olamaz” demiştir.
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Recep Tayip Erdoğan Bulgaristan’da Türk-Müslüman halklarına en fazla faydası dokunmuş olan bir tarihsel liderdir.
 
Ankara’nın Bulgaristan ile ilişkilerindeki ilkesel yaklaşım AK Parti hükümetleri döneminde devamlılık ve yoğunluk göstermiştir. XXI. yüzyıl başında Türkiye Bulgaristan ilişkilerinde büyük atılım izlendi. Türkiye devlet sınırlarını Bulgaristan vatandaşlarına vizesiz giriş çıkışa ardına kadar açtı. Bulgar vatandaşları Türkiye’de ve Türkiye vatandaşları da Bulgaristan’da kendi evlerindeki rahatlığı bulmaya başladılar. Yıllık yaz ve kış tatilleri dışında hafta sonu ziyaretlerini Edirne ve İstanbul’da, Pamporovo, Bansko ve Varna’da tatil yapmayı seçenler defalarca çoğaldı. İki ülke yüksekokulları binlerce öğrenci teatisinde bulundu.
Değişim kendini bin bir şekilde gösterdi.
2013 yılının Türk Bulgar ilişkileri açısından “boş” geçtiğini yazmanız kabul edilebilir bir saptama olamaz. Kültürel alanda bir tek “Anadolu Ateşi”nin Sofya Kültür Sarayı’nı ayağa kaldırması, sayıları 32 olan modern Türk dizilerinin Bulgar izleyiciyi TV ekranına kilitlemesi, R.N. Güntekin’den E. Şafak’a onlarca Türk klasiğin ve modern edebiyatçının Bulgar kitapçılarında raf doldurması ikili ilişkilerde atılım yaşattı. Türk tarihiyle birlikte, klasik ve çağdaş Türk sanat, musiki ve düz yazısına olan tükenmez ilgi tüm boşlukları doldurdu taşırdı. Sofya’da ve birçok başka Bulgar şehrinde Türk damak tadı tiryakiliğine tercüman olan ve her sınıftan müşteriye hitap eden lokantalar, pastaneler, kahvehanelerde Antep baklavasından kaymaklı bademli kabak tatlısına kadar çeşitler Bulgaristan tezgâhlarında sunulmaya başlandı.
 
Tüm bunlara ve M.K. Atatürk’ ün “Bize Balkanlarda Dost bir Halk Lazım!” vasiyet etmişti. Türkiye, dostluğu özlenen bu halkı arıyor ve mutlaka bulacaktır.
Ne yazık ki, XX. yüzyıl boyunca dış güçlerin etkisi altında kalan ve XXI. yüzyıl başında kendini toparlayamayan Bulgar iktidarlarında dört defa HÖH ortaklığı olmasına karşın, toplumsal yenilenme, dönüşümler gerçekleştirerek yükselme örneği Türkiye’de, Türk halkında,  onun başarılarında aranmadı, görülmek istemedi.
Bulgar halkı Türkiye bizi “istila edecek” korkusuyla yaşamaya devam etti.
Ne yazık ki, 24. yılını yaşayan bu dönemde, HÖH partisi zamanı dolmuş tuzak, iftira ve karalamalara yeni bakış açısı getirmeyi aklından bile geçirmedi. XX. asrın pasını ancak ötede beride üflemekle yetindi. Türkleri etkisi altında tutabilmek için korkutma ve sindirme silahına sarıldı. Balkanlarda DOST HALKLAR ÇINARI büyütebilmek içinse KURU KÖK VE DALLARI KESMEK KAÇINILMAZ OLDU. 
 
İki: Bu yüzden yeni Osmanlı politikası da Bulgaristan’da kuşkulu, tepkili ve ötelenerek karşılandı. Aslında yeni politika, “Halklarımız arasındaki dostluk hem sizi hem bizi daha güçlü kılacak” ilkesini esas almıştı. Tam yüzyıl önce, Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’da yüzükoyun kimsesiz kalan, çok yüksek mimari ve sanatsal değeri olan yapıtlar var. Değişken doğal koşulları ile zaman etkisine mukavemet ederken bunların sıvaları döküldü, boyaları soldu, eşikleri aşındı. Bunları tarihsel kültürel öz miras olarak sahiplenen Türkiye Cumhuriyeti’nin esaslı bir el atma ve onarımla parlatmak istemesi, tabii hakkıdır. Onların her biri farklı bir tarih, bizi Türkleri ve Müslümanları anlatır. Bu işi gerçekleştirme politikasına Yeni Osmanlı adı verilmiştir ki, yenilenecek olan eserler Osmanlı mirasıdır. Onarım yapacak olanlar da Osmanlının torunlarıdır. Bu yüzden bu politikaya Yeni Osmanlı politikası denmiştir. Oysa bu girişim,  Bulgaristan’da neredeyse “istila” politikası olarak algılandı. HÖH partisi, 3 kuşaktır hiçbir Türk’ten kötü bir söz bile işitmeyen Bulgar toplumunu olmayan korkulardan, fobilerden kurtarma, arıtma yollarını aramadı.
Tarihte olmuş olmamış şeylerin günümüze taşınmasına engel olmadı. XIX. Avrupa ve Rusya’sının Osmanlı fobisini, XXI. yüzyılda Türk hobisi, sevgisi yapamadı.
Bu ise HÖH partisinin tarihsel bir göreviydi.
Bulgarlar, bizimle ilgili fobi yaşatmakta kendileri açısından haklıdır, çünkü Osmanlı’dan ve İslam kültüründen ayakta kalan ne varsa hepsine el atmış, camiler kilise olmuş, kilise yapamadıklarını müze haline getirilmişlerdir, “boş dursun ama bizim olsun” mantığı galip gelmiş ve gasp edip yerleşmişler. Osmanlıdan Bulgaristan topraklarında 560 büyük camı, medrese, han hamam kalmıştı. Rus General Gurkonun sözünü hatırlayalım: Filibe’ye girerken tepeden bakıyor ve “Bu minarelerle dolu ormanı yok etmeliyiz” diyor.
Geçen yüzyıl bunların onarılmasına, bakımına izin verilmemiştir. İt izi köpek izine karıştırıldı.
Türkiye’nin XXI. yüzyılda başlattığı yeni Osmanlı politikasında karşılıklılık esastır. Bu yüzden Bulgar ve Rumların Türkiye Cumhuryeti topraklarındaki dini ve vakıf malları iade edilmiştir. Bu açıdan, Bulgarların, Rumların ve başkalarının Türkiye’ye dil uzatması haksızlık olur. Türkiye Cumhuriyeti Bulgar vakıf mallarını istenilen şekilde iade etmiştir. Yunan ruhani okulları da bu arada, tüm vakıf kurumlarının kapıları açıktır.
 Uluslar arası ilişkilerde, dünya kültür mirasının korunması esas ilkedir ve ÜNESKO himayesindedir. Sayın Küçükömerin de yazdığı gibi, “Bulgaristan’ın bu onarımları yapacak parası yoktur.” Öyleyse bu eserlerin gerçek sahipleri tarafından onarılması ve birer kültür ve sanat anıtı olarak yaşatılması, hemen icabına bakılması gereken doğal ve yasal bir haktır.
 
Üç: Sayın Küçükömer, Bulgaristan’da yaşayan Türker’in Osman oğlu – Karaman oğlu Beylikleri kardeş çekişmesi sonucu “sürülen” kişiler olduklarını yazıyorsunuz.
 Biz şu  s ü r ü l e n  sözünü kullanmakta usanmayan ve gayretkeşlik gösteren Prof. İ. Tatarlı, Prof. İ. Ortaylı ve başka birçok bilim adamına mektup yazarak, kendilerini Bulgar tarih yazarı Zahari Stoyanov’un “Bulgaristan Türkleri bu memleketin davet edilmiş damatlarından daha değerlidir!” sözlerini anımsattık. Bu defa da usulünce sizi uyarmış olalım.
Biz Vatan bildiğimiz bu güzeller güzeli diyara “sürgün” edilmiş olsaydık, kök salamazdık.
Ve öyle derin kökler salmışız ki, 137 yıl sökmeye çalıştılar, sökemediler, bu işten usandılar ve kendileri bittiler. Gerçekler sizin yazığınız gibi olsaydı, Bulgar milliyetçileri bize siz “sürgünsünüz” deyip, köle muamelesi yapardı. Siz de öğrenmiş olun, biz bu vatanın hakkı helal görmüş sahipleriyiz. Siz kendiniz nerede ve nasıl hesaplamışsanız “545 yıldan beri buralarda” olduğumuzu yazıyorsunuz, oysa Bulgaristan Türeleri’nin ataları şu topraklarda daha Çar Samoil ve II. Asen zamanlarında önce gelmiştir. Bu geliş ne bugün Ahmet Doğanların gezdiği “zırhlı” Jeeplerle ne de “Mercedes 600 S” ile olmuştur. Biz tarihsel yolu Bulgarlarla birlikte yürüyen soyların devamcılarıyız. Bu yüzden hiçbir didişmeyi kavgadan saymadık, açılan yaraları sabır ilacıyla savdık. Bulgarlarla olan tarihsel birlikteliğimizse Orta Asya steplerine Tanrı Dağlarına uzanır. Biz, Konya Ovasına yerleşmezden önce, şuralardan gidip Alpaslan’la birlikte 1072’de Malazgirt’te Bizans’ı yendik. Bu bakıma, Konya Yörüklüğümüz yurda dönüş yolumuzda bir durak olmuştur.
 
Dört: 240 kişilik Bulgar parlamentosunda, sadece 35 milletvekili bulundurmamız, HÖH partisinin etkin politika yürütebilmesine yeterli olmadığından yakınıyorsunuz.
4 Ocak 1990’da HÖH kurulmazdan önce Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının meclis grubu yoktu. Fakat Bulgaristan’da Türklük ve İslam dini daha güçlü yeşermişti. Halk topluluğumuz modern olandan esin alarak Türk- Müslüman yaşam biçimine göre yaşıyordu. Belirli dönemler okullarımız, okuma evlerimiz, tiyatrolarımız açıktı. Ana dilimizde gazetelerimiz çıkıyordu. Türkçe radyo yayınlarımız vardı.
 
 Biz Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne neden bel bağladık, biliyor musunuz?
CEVAP: Totalitarizm döneminde yitirdiğimiz tüm haklarımızı geri alıp istediğimiz gibi yaşamak için.
Ne oldu? HÖH partisi halkımızı boğmaya kalktı, ana dil ve öz kültürümüz açısından havasız bıraktı, üstelik parlamentoya doldurduğu kişiler de adam çıkmadı, Başkan Ahmet Doğan öz davamıza her bakıma ve topyekûn ihanet etti.
Yeni Başkan L. Mestan da Türklük izi süren biri çıkmadı.
 
Soruyorum: Türkiye devleti bu durumda bunlardan hangisine destek versin?
Hak ve Özgürlük Partisi ile ilgili ilişkilerde kıstas olan, parlamentodaki milletvekili sayısı değildir,  HÖH parti liderlerinden bazılarının Bulgar hükümetlerinde Bakan olması ise hiç değildir.
Esas olan, politik öncünün, HÖH partisinin, buradaki Türklerin öz kimlik davasına sahip çıkıp sadık kalması; halkın sorunlarına sırt çevirmemesi; ihanet yolunu seçmemesidir.
Oysa HÖH temel sorunlarımızı unuttu, Türklük - Müslümanlık çizgisi dışına çıktı, bize ihanet yolunu seçti. Temasların kopması bu yüzdendir. Çıbanbaşı, İHANETTİR!
Dört defa hükümete ortak olundu, Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve tüm Müslümanlar lehinde hangi kanun çıktı? Allah aşkına çıksın biri söylesin?
1990 Anayasası hazırlanırken meclise gitmeyenler de onlardır. Meclisi dalavere çevirip zengin olma kulübüne çevirenler HÖH milletvekilleridir. İşte bundan dolayı bunlardan utanıyoruz.
20 yıl Meclise ayak basmayan vekil Ahmet Doğan’dır. Türk partisine yeni lider olarak atanan L. Mestan sözüm ona Ermeni Soykırımına “evet” oyu kullanırken, bugünün yarını da vardır, diye neden düşünmedi?
Bu açıdan bakıldığında,  belki de sizin yazınızla “bayramlaşıp helâlaşma” kapısı açmak isteyenlerin evdeki hesapları bu defa da pazara uymayacak. Halktan kopmuş bir politikayı desteklemek, kurumuş bir ağıcı sulamak değilse, nedir?
 
Beş: Sayın Küçükömer, “eşsiz karşılıksız sevgi giderek azalıyor!” demişsiniz.
Biz, yarımız burada, yarımız orada, bir halk topluluğuyuz. Bizim parçalanmış olmamız, birbirimize olan, sonsuz sevgimizin azaldığı anlamına gelmez.
Bulgaristan bizim Vatanımız, Türkiye ise cennet yatağımızdır. Biz de ayrı yaşamak istemiyoruz. Türkiye AB üyesi olsun da şu “Kapı Kule” demirleri hurdaya satılsın diye beklerken, kardeşlerimizle, yakınlarımızla aynı coğrafyada yaşamak istediğimizi dile getiriyoruz. Bu gün yeni yeni kurulan camilerimiz o büyük büyük minarelerimizi yapanlar hep buradandır.
Burada kalkıp da Başbakanımız Sn. Recep Tayip Erdoğan’a, Dış İşleri Bakanımıza Ahmet Davutoğulu’na dil uzatmaya, laf yetiştirmeye gerek yok. Çünkü sizler gençsiniz gelecekte bunlar karşınıza farklı şekilde çıkabilir.
Bu felsefenin derin anlamında, bu adam benimse, onun toprağı filan neredeyse, o hakkını ararken, ben de onunla beraberim, onun yanındayım, anlamında olan yeni bir politik yaklaşımdır.
Burada, Türkiye devletinin dış Türklere farklı ve haklı bir yaklaşımı söz konusudur.
Bu felsefe, şimdiye kadar, uluslar arası kürsülerden dinlediğimiz: “Osmanlı Büyük Bir Çınardı. Balkan Savaşlarından sonra Trakya Sınırı Çizilirken, Çınarın bir dalı Bulgar’a düştü, ister yaksın ister atsın!” mantığının bizim için yarattığı trajik XX. yüzyıla nokta vuran, onu değiştirmeye gelen bir adalet politikasıdır.
 İlk kez olmak üzere,  Başbakanımız dünyanın neresinde olduğuna bakılmaksızın, Türk devleti Türk mirası olan her yerdedir ve olacaktır, derken her gün daralan Türklük ufkunu birden sonsuz açtı.
Bu sözleri, öz çıkarlarını savunan Amerikan Başkanı ya da İsrail Başbakanı’ndan her gün işitmiyor muyuz? 
Türkiye Cumhuriyetimizin Başbakanı söyleyince neden ters anlaşılıyor, anlamak mümkün değil.  “Türk gökten altın yumurta indirse her zaman gene kara ve mangırdır” mantığından kurtulma zamanı geldi.
Bulgaristan Türkeleri’nin Türkiye’ye olan sevgisine gelince, o Cennette yaşama özlemi azalmaz.
Sevgimiz hem eşsiz, hem karşılıksız hem de sonsuzdur.
 Bu bakıma rahat olun. Sizin yazdığınızda, birbirini görmeyen gözlerde ateş söner iması, Bulgaristan Türkleri için geçerli değil, kendini Saraya kapamış, halkı görmekten korkan, pencereye bile çıkamayan ruh hastaları için geçerlidir.
Bizim halk topluluğumuzun bağrı en güzel toprakların ışıldayan köpüğü gibidir.
Bugün tarlamızda sevgi çiçekleri yerine, eşek dikenleri bitmiş olabilir, ama bu bizim iç dünyamızı, yeni günlerde dönüşümleri sabırla bekleyen ruhumuzu etkileyebilecek güçte değildir.
Biz hem eşek dikenlerini söküp atmaya hem de nalsız eşekleri tarlamızdan ebediyen kovmaya kararlıyız.
 
Altı: Büyük Yüce Atatürk’ümüzün şu sözlerini asla unutmadık:
Bizim çıkarlarımıza, coğrafya, politika ve ekonomi bakımından en iyi yanıt verebilecek olan Bulgar halkıdır!” 
Biz Türkiye’de yaşayan soydaşlar olsak bile, her anımızı bir de Bulgaristan’da yaşıyoruz, buna mecburuz. Bulgaristan’dan kopmaz bir parça olmak bizim başat görevimizdir.
Bu açıdan biz, Bulgaristan’ın en ahlaklı, en namuslu, en dürüst, en cesur, en yürekli ve en çalışkan insanları olarak, ne azınlık ne de çoğunluk olmaktan korkuyoruz.
Kimseden sadaka da beklemiyoruz.
Bulgarlar bitecek diyorlar. Bulgaristan’ın en onurlu vatandaşları olarak biz ebediyen orada kalacağız. Bir tek isteğimiz var: Adaletli bir dünyada özgür olmak!
Ancak, şu yitirmiş olmanın acısını çektiğimiz özgürlüğümüze yeniden kavuştuğumuzda, Avrupa’nın en yoksul, en sefil halk topluluğu olma utancından kurtulacağımıza da gönülden inanıyoruz.
Bu, Rusyanın falan “yardımlarıyla” değil, Türkiye ile yakın işbirliği sonucu olacaktır. Ellerimiz nasırlı oldukça, sefalet içinde sürünmek kaderimiz olamaz!
Sizin, Türkiye devleti ve hükümetiyle sarmaş dolaş olmalarını istediğiniz şerefsiz şefleriniz, uyanan özgürlük davamızın ilk kurbanları olacaktır.
 
Bir de şu noktaya işaret etmek istiyorum:
Hangi nedenle olursa olsun, biz, Vatanına ihanet eden bir kimseyle övünmek istemeyiz. Çünkü bir defa yalan söyleyenin bin defa yalan söyleyebileceği gibi, Vatanına yüz çeviren biri, yarın davamıza da darbe vurabilir. Hak ve Özgürlükler Partisi’nde halkla ilişkiler uzmanı olarak, sizden 24 yıllık bir “lider” partisinin Bulgaristan’da Türk, Pomak ve Müslüman Çingene topluluğunu düşürdüğü sefalet derecesini gösteren bir resim sergisi düzenlemenizi rica ediyorum.
Bununla birlikte, “Türk Aydınların Kurduğu Kültürel Etkileşim” derneğinin kuruluş ilkelerini tüm okurlara açıklayan bir yazı yazmanızı istirham ediyorum. Çünkü bu derneği kurma fikri, sizin katılmadığınız onlarca toplantıda yürütülen sert tartışmalarda netleşti.
Türkçe bir dergi çıkacaktı ne oldu?
Türkçe radyo yayını yapılacaktı ne oldu?
Yoksa siz de mi Sofya’ya yükseköğrenim için geldiniz?
Ve Başkanlık koltuğuna oturup, işleri uyutma havasına girdiniz!
Geçen yılın son altı ayında ne gibi etkinlikleriniz oldu?
2014 yılı planlarınızda neler var?
Bağımsız bir çalışma yürütme niyetiyle derneğinize yardımda bulunabilir miyiz?
 
Şu da var: Biz Geçiş Dönemi masallarıyla uyutulduk. Türkiye örnek alınmadı.
Osmanlıdan modern medeniyete atlarken Türkiye Cumhuriyeti geçiş dönemi yaşamadı. Yenilikler insanların gönlüne doldukça yol alındı ve halk çağdaş uygarlığa atladı.
Ve bu büyük atılımları gerçekleştirirken esas olan, karşılıklı hoşgörüden güç aldı.
Bu da Bulgar Türk ilişkilerini, HÖH AK Parti ilişkileri hatta sen ben ilişkileri için de geçerlidir.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Rafet bey ismaile kızıpta bukadar yazmaya deymez bencesine. HÖHün paraları insanı delirtiyor. Adamcazda düşünmeden yazıyor. zavalıcazın kusurunu afet.

Adsız dedi ki...

HÖH + CHP = BAŞARI
AKP bu secimlerde yok oluyor
Meydanlar yine bize kalıyor
yazmakla çizmekle olmuyor
A:DOĞANIN yanında olan kazanıyor
daha bunu anlayamadınızmı
30 martta anlayacaksınız
akp uşakları az kaldı az

Adsız dedi ki...

CHP istanbulu da ankarayı da alacaaaaaak
Haydi bitti saltanatınız bıtttıııııııı

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.