İlk karşılaştıklarında
öğrenciydiler.
Mezun olacakları günü dusunmek bile onlari korkutmaya yetiyordu,
cunku bu onlar icin ayrilik demekti. Ikisi de mezun olunca kasabalarina,
ailelerinin yanina donup hayatlarina devam etmek zorundalardi, fakat bu onlar icin ayrilik demekti, cunku aileleri
onlarin gorusmelerine bile izin vermek istemiyordu. Ayri gececek bir hayat dusuncesi bile
korkutuyordu onlari.
Iki sevgili her gun ayni yerde, ayni saatte gorusuyor ve
bir dakika bile gecikseler, zaman geçmek bilmiyor, hayat onlar icin duruyordu
sanki. Ayrılık düşüncesi bile urpertiyor, korkutuyordu iki sevgiliyi, ayri kalmak
düşünülemezdi olnlar için.
Birlikte hayaller
kuruyorlardı, mutluydular. İkisinin de tek istediği küçücük mutlu bir yuvaydı
sadece. Beraber yaşayabilecekleri mutlu ve huzurlu bir yuva.
Mezuniyet günü gelmişti, ikisi de tahsilini başarıyla
tamamlamış olmasina ragmen mutlu degildiler... Asıl mücadele şimdi başlıyordu
onlar için. İkisi de yıllarca verilen emeklerinin meyvesini evlerine götürurken iclerinde firtinalar kopuyor ve kadere isyan
etmek istiyorlardi...
Günler ve hatta aylar geçmişti, iki sevgili birbirini ne
görebilmiş, ne de sesini duyabilmişti.
Ayrı geçen ızdırap dolu günlerinde, iki sevgilinin tek teselli kaynağı,
gizli gizli gönderdikleri mektuplari olmuştu... Aci dolu yıllar böyle geçmekteydi...
Bir gün yine genç adam, her
zamanki gibi sevdiğinden haber getiren
postacının yolunu gözetlemekteydi. Postacı gelmişti ama ona sevdiginden
bir haber getirmemişti. Üzüntüsünden yerinde duramıyordu... Sevdiğinin başına
bir hal mi gelmişti yoksa, bu düşünce onu çılgına çevirmişti adeta. Bütün gece
uyuyamamış, sabahın olmasını beklemişti...
Gün doğmadan postacının
yolunu kestiği, köyün başına gitmişti. Çaresiz bekliyordu... Nihayet postacı
belirmişti ve genç adama müjdesini vermişti.
Genç adam mektubunu hemen koynuna koydu ve okuyabileceği bir yer aramaya
koyulmuştu. Sevdiğinin ellerini öpüp koklarmış gibi onu öptü, kokladı. Bir süre
bağrında tuttuktan sonra hemen açıp okumaya basladi... Okudukça gözleri yaşla
doluyor ve okuduklarına bir türlü inanamıyordu, genç adam... Sevdiği, ondan
vazgeçmesini, ona bir daha yazmamasını, artık başkasını sevdiğini, çok yakında
da evleneceğini ve onun da kendisine uygun birini bulup bir yuva kurmasını,
yazmıştı.
Dünyası kararmıştı, genç
adamın. Okuduklarına inanmak istemiyordu... Nasıl olabilirdi, bu kadar büyük
bir aşk, böyle bitemezdi! Bir yolunu bulup onunla mutlaka konuşmalıydı...
Onunla son defa görüşmek istediğini yazdığı mektubuna, sevdigini ”Seninle kurduğumuz hayaller çocukca
şeylerdi, gençlik hefesiymiş, geldi geçti. Ben unuttum bile, sen de unut. Geçen
hafta düğünüm vardı, evlendim! Üstelik eşimi de çok seviyorum. Lütfen artık
beni rahatsız etme...” cevabi onu kalbinden vurmaya yetmişti.
Dünyası kararmıştı, aylarca kendine gelememisti,
perişandı genc adam. Son mektubunu
defalaraca okumuştu, ne kadar inanmak istemese de elinden gelen bir şey yoktu
artık. Evliydi sevdiği. Onun mutlu olduğunu bilmek tek tesellisiydi...
Genç adam, ailesinin
ısrarıyla evlenmisti. Bir de kızı dünyaya gelmişti. Eşi çok anlayaşlı ve her
zaman onu mutlu etmeye çalışan biri olmasina rağmen ilk aşkını düşünmeden
edemiyordu, genc adam. Hala onu düşünüyor ve yazdıklarını hatırladıkça
gözyaşlarına bir türlü engel olamıyordu...
Bir gün, postacı isimsiz bir mektup uzatmıştı genç adama.
Mektubu eline alır almaz, nedenini bilmediği bir heyecan kaplamıştı bedenini.
Bu koku onu hatırlatmıştı...titrek ellerle açıp okumaya baslamisti, mektubu.
Yanılmıyordu, mektup yillar gecmesine ragmen bir turlu unutamadığı
sevdiğindendi...
Mektubu okuyunca gözyaşları sel olup akmıştı... Son
mektubuyla dünyasını karartan, umutlarini yikan sevdigi meğer hiç evlenmememiş,
her anını birlikte kurdukları hayelleriyle geçirmiş... Hastahanede son
günlerini yasarken bile birlikte gecirdikleri yillarin hayaliyle
yasamis...
1 yorum:
Kalemine sağlık gulay.
Yorum Gönder