Kader ÖZLEM
19 Ocak’ta yapılan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin 8. Olağan Genel Kurulu, pek çok açıdan ilklerin yaşandığı bir Kongre olarak, sadece azınlık tarihinde değil, Bulgaristan siyasi hayatında da yerini aldı. Kongreden sonra Genel Başkanlık’tan kendi isteğiyle çekilen kurucu lider Ahmed Doğan’a suikast girişiminin yanı sıra, bu girişimin taşıdığı anlamlar, Türkiye’deki siyasilerin HÖH’ün geleceğine ilişkin yaklaşımı ve Bulgaristan demokrasisinin sorgulanması gibi bir dizi husus yüksek sesle tartışıldı.
HÖH Kongresi ve Doğan’ın Konuşması
Üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH’ün Ocak 1990’daki kuruluşundan bu yana, kriz döneminin örgütlü bir sonucu olarak devraldığı bakiye ve sorumluluklarla beraber son 20 yıl içerisinde izlediği politikalar siyasi ve akademik dünyada olumlu ve olumsuz yönleriyle tartışılagelmiştir. Azınlığın kurumsal bir yapısı olarak sivrilen oluşum, gelişimini engelleyebilecek yasal sınırlamalar, ideolojik ‘aykırılıklar’ ile genel ahenge tezat olan eylem potansiyeli yüksek bireylerden uzak durmuş, bunları dışlamış ve/veya kendi bünyesinde içselleştirerek dönüştürmüştür. Sonuç olarak, Parti 1989 zorunlu göçünden sonra, Bulgaristan demokratik hayatında var olabilmek için uzun soluklu düşünmek zorunluluğunu eyleme dönüştürerek; şiddetten uzak durup etnik gerilime neden olabilecek hususlarda taraf olmamak, ayrılıkçılık ve otonomi isteklerini reddetmek, Bulgar çoğunluğun tepkisini toplamamak, “liberal”, “ılımlı” ve diğer bir deyişle “güvercinvari” siyaset izlemek gibi politik amaçlar gütmüştür. Türklerin ve diğer azınlıkların demokratik yollarla politik yaşama entegrasyonu, engin bir hoşgörüye dayanan anlayış –ki bu çok defa milliyetçi Türklerin eleştirilerine neden olmuştur, Parti’nin genetiğine işletilen “liberal şifreler”, HÖH’ün tipik özellikleridir. Bunların yansıması olarak, hoşgörünün simge ismi Mevlana ile partinin amblemi olan zeytin dallarının HÖH’te sembolik açıdan önemi büyüktür.
Özetle, bu bahsedilen hususlar uluslararası ilişkiler literatürüne “Bulgaristan etnik modeli” kavramını yerleştirecekti. Bu model, Bulgaristan’ın AB üyelik sürecinde katkı sağlayacak, HÖH sayesinde Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk-Bulgar ilişkilerini düzeltecek, koalisyon hükümetlerinde HÖH’e kilit görevler verilmesine neden olacak, ülkeye azınlıklar konusunda istikrar gelip yumuşak geçiş süreci tamamlanacaktı. Öyle ki, HÖH ülke ekonomisinin düzelmesini parti programının ilk sıralarına yerleştirecek ve hatta Sofya’nın dış politikasında önermelerde bile bulunacaktı. Ancak varoluşunu borçlu olduğu Türk azınlığının haklarıyla ilgili somut iyileştirmeler konusunda çok fazla ısrarcı olmamış, etnik merkezli siyasetten uzak durmuş ve Bulgar çoğunluğun hassasiyetlerine dikkat etmiştir. 1990’lı yılların başında karşılaştığı kapatma davalarının HÖH’te yarattığı travma ile çoğunluğu ılımlılıktan uzak bir çoğunluğa karşı mücadele etmek, yukarıda bahsettiğimiz sonuçları doğurmuştur.
İlk bakışta HÖH’ün sahip olduğu bu perspektif, lider kültünün bir ürünü gibi düşünülse de, geçen 20 yılı aşkın sürede HÖH’ün ana ilkeleri olarak bütün parti kadrolarına sirayet etmiştir. Kongredeki konuşmasının[1]bir bölümünde buna değinen Doğan, HÖH’ün lider partisi olmadığını, kendisinin sadece “ilk ivmeyi” sağlama görevini üstlendiğini dile getirmiştir. Doğan’ın konuşmasının geneline baktığımızda, dağıtılan konuşma kitapçığındaki metnin ilk on beş sayfasının siyaset felsefesi ile güncel durumun ağdalı bir dille değerlendirilmesi olduğu görülür. Bu açıdan, bir felsefeci olarak Doğan’ın konuşmasındaki bu bölümünde klasik liberalizm, neoliberalizm, modernizm, postmodernizm gibi akımların siyasal yansımalarının konuşmada yerli yerine konulduğu; AB’nin içinde bulunduğu ekonomik buhranın analitik değerlendirmesine istinaden Birliğin entegrasyon süreci boyunca geçtiği merhalelerden fonksiyonalizmin, hükümetlerarasıcılığa ve onun da suprasyonalizme evrilen gelişme grafiğinde, supranasyonalist halkada ekonomik krizin yarattığı sıkıntıların fonksiyonalizme geri dönüşe neden olduğuna dair üstü kapalı atıf dikkat çekmektedir. AB’nin küresel liderlik iddiasının gerçekleştirebilmesi için ekonomik krizden başarıyla çıkması gerektiğini düşünen Doğan, bunun salt “hayatta kalma paradigmasıyla” değil, uzun soluklu kalkınma stratejisinin tesisiyle ilişkilendirmektedir. Bu durumun AB’nin tarihsel açıdan liderliğini borçlu olduğu bilim ve teknolojilerle yakından ilişkisi olduğunu söylemektedir. Gelişmekte olan “karbon ekonomilerin”, gelişmiş “hidrojen ekonomilere” yaklaştığını da dile getiren Doğan, AB’nin aranan kalkınma modeli olarak yeşil sanayi, yenilenebilir enerji kaynakları, biyoteknoloji ve nanoteknolojinin kullanarak, Hidrojen ekonomilerde lider olması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Ne var ki, Doğan’ın konuşmasının ilk on sayfasının salonun yüzde üçüne ancak hitap edebildiğini, salonda bulunan biri olarak gözlemlemek zor olmadı. Konuşmasında işaret ettiği noktaları tebessümle ve ilgiyle takip ederken; Kongreye damgasını vuran suikast girişiminin vuku bulması fikir ziyafetimizi altüst etti.
Suikast Girişimi ve Düşündürdükleri
25 yaşındaki Burgaz doğumlu ve Sofya’da üniversite öğrencisi olan Oktay Enimehmedov’un elindeki Türk yapımı kurusıkı gaz tabancasını kürsüde konuşan Ahmed Doğan’ın yanına kadar gelip başına doğrultarak tetik düşürmesi salonda bulunan yüzlerce kişiyi ve Kongreyi canlı olarak ekranları başında izleyenleri şoke etti. Saldırganın birkaç kez uğraşmasına rağmen şans eseri tabancanın patlamaması ve Doğan’ın ilk şokun hemen ardından kıvrak bir hareketle suikastçıyla boğuşmaya girerek onu oyalaması, HÖH liderinin belki de hayatına mal olabilecek bir girişimi önledi. Suikastçı salonda bulunanlar tarafından yapılan müdahaleyle etkisiz hale getirilirken, partililer tarafından saldırgana okkalı bir dayak atıldı ve sonunda güvenlik güçlerince gözaltına alındı. Saldırının ardından Kongreye ancak akşam saatlerine doğru devam edilebildi.
Ana hatlarıyla bu şekilde gerçekleştirilen olayın arka planını herkes merak ederken; Kongre salonunda hazır bulunan delegeler ve misafirler tarafından çeşitli senaryolar üretildi. Saldırgan kendi inisiyatifiyle mi böyle bir eyleme kalkışmıştı yoksa tetiğin arkasında başka güçler mi vardı? Polise verdiği ifade de Doğan’ın dokunulmaz olmadığını göstermek istediğini, olayın kararını kendisinin aldığını belirten[2] Enimehmedov, sorumluluğu üzerine almıştı. Bulgar basını da bu eylemin Oktay’ın tekelinde gerçekleşmiş bireysel bir eylem gibi gösterme uğraşına girdi. Oktay’ın annesine yazdığı mektup, Doğan’ın adamlarının üvey kardeşini dövdüğü iddiası, üvey babasının ATAKA’lı olduğu gibi bir dizi gerekçe sayıldı. Hatta Bulgar televizyon kanalı BTV’nin olay akşamı ana haber bülteninde suikast girişiminden çok, Oktay’a linç girişimini ön plana çıkarması ve Doğan’ın köyünde (Drındar) yakınlarının röportaja zorlanmalarına karşı gösterdikleri tepkilere geniş yer vermesi şaşırtıcıydı. Adeta medya, “mağdur aktör” rolünü değiştirmek istemiştir.
Kanaatimizce, suikast girişimi alelade bir eylem değil; profesyonelce kurgulanmış bir senaryodur. Kongre günü dikkat çeken bir dizi husus vardı: Birincisi, güvenlik zafiyeti en üst düzeydeydi. Neredeyse o gün Sofya’da bulunan her sıradan vatandaş hiçbir aramaya tabi olmadan, elini kolunu sallayarak Kongre salonuna girebilirdi. İkincisi, Doğan’a yakın olan çevrelerden paylaşıldığı kadarıyla son yıllarda suikast tehditleri artmış ve HÖH Başkanı rahatça hiçbir yere gidemez olmuştu. Aslında Doğan’ın korumaları böyle senaryolara kendilerini hazırlıyorlardı ama gafil avlandılar. Üçüncüsü, güvenlik güçleri saldırganı yetersiz sayıyla salonun içinden güçlükle çıkarmak zorunda kaldılar. Doğan’ın korumaları dışında salonunun güvenliğinden sorumlu olan kişi sayısının azlığı dikkat çekiciydi. Dördüncüsü, Sofya’daki NDK binasında yapılan Kongre salonu kent merkezinde bulunmasına rağmen, olay vuku bulduktan bir saat altı dakika sonra polisin salona giriş yapması şaşırtıcıydı.[3] “Fazla tesadüfün kasta gireceği” savından hareketle, bu olayın Oktay’ın sadece bir taşeron olduğu iddiasını kuvvetlendiriyor. Sanki bazı güç odakları, güvenlik zafiyetini özellikle makro düzeyde tutmuş, x-ray cihazı bile olmadan saldırganın içeriye kurusıkı tabanca sokmasını sağlamıştı. Profesyonelce hazırlanmış bir senaryo dikkat çekerken; Bekir Bozdağ’ın da ifade ettiği gibi, “Olayın sadece tetikçiden ibaret olmadığı açıktır.”[4]Buradaki mesaj daha ziyade, “İçinizden sorunlu birini seçeriz, kendinizi en güvende hissettiğiniz ve hepinizin beraber olduğu bir anda Genel Başkanınızı kameraların karşısında, dünyanın gözü önünde Türk markalı silahın önüne koyarız, hepiniz bunu izlemek zorunda kalırsınız” şeklindedir… Doğan’a “öldürmek isteseydik, öldürürdük” mesajı verilirken; yeni Genel Başkan Lütfü Mestan’a da “yeni koltuğunda ona göre politika izle” iletisi taşıyordu. Mesaj doğrudan Lütfü Mestan’a verilmiştir. Zira gerek bir gün önce gayri resmi olarak kulislerde konuşulanlar, gerekse Kongre öncesinde dağıtılan kitapçıkta Ahmed Doğan’ın yerine Lütfü Mestan’ın geçeceği resmi olarak bildiriliyordu. Bu durum “Ahmed Doğan, iktidarını devam ettirmek gibi bir amaç taşıdığından, böyle bir tiyatroya başvurdu” şeklindeki art niyetli senaryoyu çürütüyor. Ayrıca suikastçının silahı doğrulttuğu andaki Doğan’ın yüz ifadesi bu senaryo yakıştırmasının haksızlık olacağını işaret ediyor.
Geriye kimin bunu yapabileceği sorusuna yanıt aramak kalıyor. Belki de bu sorunun cevabı kimin yapmamış olacağından hareket ederek bulunabilir. Eylemin birinci dereceden sorumluluğu hem olay öncesinde gerekli tertibatı almayan hem de olay sonrasındaki kolluk kuvvetlerinin pasif tutumu nedeniyle Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’na aittir. Dolayısıyla suçlu olan mevcut Bulgaristan hükümetidir. Ayrıca, saldırıdan en ağır zararı gören Bulgaristan demokrasisi olmuştur. Kimin yaptırdığı belli bir takibat sonunda yanıt bulacak elbette, ancak yine de Bulgaristan kaynaklı güç odakları akla gelmektedir. Bu bağlamda olayın aydınlatılmasında ilgili makamlara büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Türkiye’deki Aktörel Eğilimler
Söz konusu suikast girişimi Doğan’ın Kongre’de yapmış olduğu konuşmayı ve yeni seçilen Genel Başkan’ın yol haritasının ne olacağı gibi tartışmaları gölgede bırakmıştır. Hâlbuki Ahmed Doğan’ın konuşma metni 23 yılın bir öz değerlendirmesi olduğu kadar, kritik mesajlar içermekte olan kısmî veda niteliğindeydi. Örneğin Kongre’nin suikast girişimi sonrasındaki toplantısında Filiz Hüsmenova tarafından okunan Doğan’ın konuşmasının kalan kısmında GERB yönetimi ve Boyko Borisov sert bir şekilde eleştirilirken; Ankara’ya da gönderme vardı. Borisov’un temel seçim stratejisini “Türk tehdidi ve Osmanlı’nın Balkanlar’daki kültürel mirasının ürünü olarak HÖH ile alakalandırması” üzerine kurduğunu söyleyen Doğan, korku makinesinin çalıştırıldığını ancak, Borisov’un bununla yetinmediğini, Ankara’da Erdoğan’dan da yardımcı olmasını istediğini ve Erdoğan’ın buna olumlu cevap verdiğini belirtiyor. Diğer bir deyişle, Ahmed Doğan Erdoğan’ı eleştirse de “Yabancı başbakanların davranışlarını yorumlamak istemediğini” de vurgulamıştır.
Burada dikkat çeken nokta, Erdoğan’ın “yabancı bir başbakan” olarak ifade edilmesi, Borisov’un da HÖH’ü silmek için Erdoğan’la mutabakata vardığını dile getirmesidir. Daha önceki çalışmalarımızda Borisov’un Ahmed Doğan’ı tek siyasi rakip olarak gördüğünü, azınlığı bölmek için elinden geleni yapacağını, Dal hareketine sırf bunun için yeşil ışık yakabileceğini, Türkiye’yle ilişkilerde yıllardır iki başkent arasında köprü görevi görmüş olan HÖH’ü ortadan kaldırmak istediğini ve son tahlilde kuklalaştırılmış bir azınlık arzusunda olduğunu dile getirmiştik.[5]
Ahmed Doğan’ın son yıllarda Erdoğan nezdinde itibar görmediği açıktır. Onun yerine HÖH’ten ayrılan Kasım Dal Türkiye’deki iktidarı elinde bulunduran AK Parti’yle yakın ilişkiler içinde olsa da, yine de resmi olarak Ankara’nın doğrudan HÖH’ü dışlayan somut bir söylemin içinde olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte, Genel Kurul’daki suikast girişimi Türk Cumhurbaşkanı ve siyasi liderleri düzeyinde kınanmış, Doğan’a “geçmiş olsun” mesajı iletilmiştir. Kongrede temsiliyet bakımından CHP ve MHP milletvekili düzeyinde temsilci gönderirken; davete karşın AK Partili hiçbir vekil veya belediye başkanı iştirak etmemiştir. Son dönemde Kasım Dal’ın veya ekibinin Türkiye’de çok sık bulunduğunu da düşünürsek, AK Parti’nin HÖH’ten çok, Kasım Dal ve Korman İsmailov’un kısa bir süre önce kurduğu Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’ni (HŞHP) desteklediği sonucuna ulaşılabilir.
Doğan’ın konuşmasında değindiği “Borisov’a olumlu cevap verme” konusu, HÖH 8. Genel Kurulu’na katılan CHP Milletvekili Faik Öztrak tarafından TBMM’ye Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi şeklinde iletilmiştir.[6] 22 Ocak günü Bülent Arınç TBMM’deki gündem dışı konular kısmında yaptığı açıklamada, Doğan ve partisinin Borisov ile olan soğukluğun Türkiye’ye de yansıdığını dile getirip HÖH’ün sadece Türkleri temsil etmediğine ve bünyesinde Bulgarları da barındırdığına, Bulgaristan’da Türkleri temsil eden birden fazla partinin olduğuna ve Makedonya, Batı Trakya ve Kosova’da da örnekleri bulunduğuna değinmiştir.[7] Arınç, Doğan’ın Erdoğan eleştirisini siyasetin doğası olarak kabul etse de; yine de açık kapı bırakarak “kırgınlıklar, güvensizlikler giderilmeli” mesajını göndermiştir.
Ankara’da iktidar ve muhalefet partileri HÖH konusunda üstü örtülü bir anlaşmazlık içindeyken; Türkiye’deki göçmen dernekleri birkaç istisna dışında HÖH’ün desteklenmesi gerektiğine yönelik hemfikir olmuşlardır. Türkiye’de alanındaki en geniş örgütlenme olan Balkan ve Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu (BRGK) Kongre’ye temsilci gönderirken; yine Balkanlar’a yönelik faaliyet gösteren 60’a yakın dernek de Genel Kurul’da yer almıştır. BRGK adına Kongre’de konuşma yapan Konfederasyon Başkan Yardımcısı Avukat Zihni Çalışkan’ın, HÖH’ü desteklediklerini ifade ettikten sonra, Türkçe eğitim başta olmak üzere bir dizi beklentiyi sıralaması bu anlamda şartlı destek olarak yorumlanabilir. Türkiye’de kullanılan yaklaşık yüz bin oyun göçmen oyların seçimlerde Bulgaristan’a transferi HÖH için iyi bir moral kaynağı olmaktadır. Bu açıdan HÖH’ün geleceği açısından kilit bir önem taşımaktadır. Ne var ki, söz konusu göçmen derneklerinin Türkiye’nin İçişleri Bakanlığı’na kayıtlı dernekler olduğunu belirtmekte fayda vardır. Göçmen dernekleriyle ilgili dikkat çeken bir nokta da, bazı dernek yöneticilerinin hem HÖH delegesi hem dernek yöneticisi olmalarıdır. Bu durum, Kongre’de de bariz bir şekilde görüldüğü üzere, hangi kurumsal kimliğin ön planda olacağı tartışması yarattığı gibi, derneklerin de kısmî siyasallaşmasına neden olabilmektedir. Zira ilgili yöneticiler görev sahalarının çakışması durumunda tezat bir şekilde duygu karmaşası yaşayabilmektedir. Kanaatimizce, etik olan ikisinden birini tercih etmeleri ve yakın ilişkilerini yine devam ettirmeleridir. Bu da örgütsel hareket açısından refleksleri kuvvetlendirebilecek bir misyon üstlenecektir.
HÖH’teki Başkan Değişimi Ne Anlama Geliyor?
Ahmed Doğan HÖH Kongresi’nden “onursal başkan” olarak çıkıp yürütme görevini bir dizi gerekçeyle Lütfü Mestan’a bırakmış olsa da; parti içindeki manevi ağırlığının devam edeceği düşünülmektedir. Aslında Doğan daha 7. Genel Kurul’da bırakma sinyalleri vermiş ve “annenin yavrusundan ayrılma zamanının geldiğine” işaret etmişti. Son Kongre’de Lütfü Mestan’ın özelliklerini belirtirken, bir sonraki başkanın Kırcaali’den olmasının iyi olacağını söylemiştir. Lütfü Mestan’ın mevcutlar içinde en iyi aday olmasını bir tarafa bırakırsak, Doğan’ın bunu dillendirilmesi mutlak bir hatadır. Bulgaristan Türkleri bir bütün olarak düşünülmeli, zihinlere Rodop-Deliorman ayrımı sokulmamalıdır. Bu mevcut ayrılıkları derinleştirmekten öteye bir şeye yaramayacağı gibi, ayrışmaya bölgesel bir boyut da katacaktır.
Lütfü Mestan dönemi Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde kadrolar anlamında Rodopların etkinliğinin artacağı düşünülse de; Deliorman cenahı da küstürülmemeye çalışılacaktır. Dolayısıyla Doğan döneminde pek sorun olmayan bu bölgesel farklılık, Mestan döneminde dengeli bir politikanın izlenmesine neden olabilir. Parti içindeki bireysel ihtiraslara bölgecilik eklenmesi halinde, Mestan yönetimi birtakım zorluklarla karşılaşabilir. Herhalde burada Ahmed Doğan’ın arabulucu olacağını düşünmek zor olmasa gerek. Bunun dışında Mestan, Doğan’ın da belirttiği gibi partinin liberal şifresine sahiptir. Mestan döneminde kısa vadede HÖH Ankara’yla son birkaç yıl içindeki kırgınlıkları gidermek isteyecektir ve iktidar partisiyle diyalog yolları aranacaktır. Bununla birlikte Türkiye’deki muhalefetin Doğan’ın değindiği “Borisov’a olumlu cevap vermek” konusunda ısrarcı olması da AK Parti’yi HÖH’le diyalog yolları konusunda baskı görevi görebilir. Bu da Kasım Dal’ın aleyhine gelişebilecek bir süreci başlatabilir. Bulgaristan’da bu yaz yapılacak genel seçimlere kadar Türk azınlıkla ilgili konularda Türk aktörlerin ortak bir noktada buluşması, seçimlerde yaşanabilecek çok taraflı fiyaskoyla ortaya çıkması muhtemel kronik bölünmenin önüne geçmesi bakımından önem taşımaktadır. Bununla birlikte, HÖH ve HŞHP yetkililerinin birbirlerine sert bir üslup takınmaktan uzak durmaları gerekir. Önümüzdeki seçimlerde elde edilecek olumsuz bir sonuç ileriki dönemlerde “ortak akıl” paydasında, “ortak dostların” arabuluculuğunda “ortak hareket” tarzını belirlemeyi gerektirebilir. Zira siyasette küslükler uzun süreli olmaz.
2 yorum:
ASIMILASIYONA KARSI DIRENISI BASLATMIS OLAN MUCAHITLER.Ahmed dps,yi once ajanlardan(agentlerden)hirsiz yoneticilerden temizlesin.Eger bunu basarirsa dps daha guclu secimlere gider,bu is Lutvi Mestan gibi azilli agentle olmaz,Lutvi kincilikte,Turk dusmanligi konusunda Ahmedi aratmiyacak kadar gaddar bir yapiya sahiptir.Anlamiyanlara,anlamak istemiyenlere,dps ,de degisim adam gibi adamlarin yonetimlere gelmeleriyle olacaktir,yani ajanlarin tumu gidecektir,aksi taktirde paramparca olup bolunecektir,boyle biline.
kemiği bırakmak çok zor hem 23 yıldır sadece menfaat ve para peşinde koşan medya ve sözde 'gazeteciler' için, hem yalamayı mükemmel yapabilen sonrdan görmeler için -- ama biliniz ki hepinizin sonu geldi, ne kadar da sistemin değişmesini arzetrmesenizde
editor bunu sende oku ve sonra silebilirsin
Yorum Gönder