Sevgili kalabilmek…

14 Şubat 2013 Perşembe |


Sevgili bildiklerimizle genel olarak 20’li yaşlarda evleniriz ve evli kaldığımız yıllar içinde çok azımız hem evli, hem de sevgili kalabiliyoruz.
Bende 20’li yaşlarımdaki ilk denememde çoğunluğa uyarak, sekiz sene sadece mutsuz bir “evli” olabildim.
Bu hatamı da ancak 30’lu yaşlarımda telafi edebildim.
Hani derler ya “Herkesin bir şansı daha vardır!” diye…
Ben bu şansı, üç sene yeniden bekar hayatı yaşadıktan sonra, 30’lu yaşlarımın başında yakalayabildim.
Hayatımın kadınıyla ilk tanıştığımızda 18’ini dahi doldurmamıştı; ilk dansımızı ettiğimizde ise, 18’ini doldurmasına bir hafta vardı. O narin vücudunun kollarımda heyecandan titrediğini hissettiğimde ise, “Hayatımın kadını bu olabilir mi?” diye sormuştum kendi kendime.
Bir sene sevgili kaldığımız sürece, bazı nedenlerden dolayı hep gizli görüştük, sokakta üç- dört metre mesafeyle yürüdük, o ise isyan ediyordu “ El ele, kol kola yürüyeceğimiz günler ne zaman gelecek?” diye.
İlk çıkışımızdan bir sene sonra Kıbrıs’a kaçarak evlendik ve o zamandan beri, yani 16 senedir hep el ele yürüyoruz; bazı tanıdıklarımızın “ Arzu ile Kamber gibisiniz”, “Liseliler gibisiniz” gibi takılmalarına ise hiç aldırmadık.
İkimizde ailelerimizin beş numaralı çocuklarıyız, ikimizde aşırı kurallara karşıyız, ikimizde de biraz aykırılık var. Ben baba baskısından 15 yaşında baba evini terk ettim, O ise, 19 yaşında sadece duygularına ve sevgisine güvenerek bana kaçtı…
“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” atasözünü ben, hayatımda hiç uygulamadım; hala sevgilim olan eşime bir tokat dahi vurmadım.
“Eşime şöyle vurdum bayılttım, böyle duvara çarptım bayılttım” diyen “erkekleri” ise, “ben kendimden güçsüz birisi dövmem, hele kadınımı hiç dövmem, kadın ancak sevilir” diyerek “bozmuşumdur”.
“Sıpaya” gelince… O üç- dört çocuk istedi, ben ise bir ve daha sonra hep birlikte iki çocukla yetinmeyi kararlaştırdık.
“ Kadın araba kullanamaz”, “ben kadına araba vermem” diyen “erkekleri” hepimiz duymuşuzdur. Ben biraz aykırı birisi olduğum için buna da karşıyım.
Evliliğimizin daha ilk yılında, hayatımızın monotonlaştığını hissediyorum, “sana bir sürücü belgesi alalım” diyorum kendisine, “hiç öyle bir hayalim olmadı, ben yapamam ki” diye karşılık veriyor.
Bir gün debriyaj, fren ve gaz pedallarının ne işe yaradığını tarif ediyorum ve kendisine birkaç aylık arabayı teslim ederek, “Sadece kendine ve başkasına zarar verme, ‘arabaya zarar vereceğim’ diye korkma!” diyerek de özgüven aşılamak istiyorum. Bir müddet sonra sürücülüğü o kadar ilerletiyor ki, bebek yaşındaki ilk oğlumuzu da alarak arabanın direksiyonunda, genelde birinci vitesle de olsa, iki kilometre mesafede oturan annesine gelip gitmeye başlıyor. Daha sonra kendisini sürücü kursuna yazdırmak istiyorum, “Ben yapamam, edemem!” diyerek oyalıyor beni. Bende bir gün oldu- bittiye getirerek kendisinden habersiz onu sürücü kursuna yazdırıyorum. Yatırdığım para yanmasın diye gitmek zorunda kalıyor… Sürücü kursunu en kısa sürede, 1. sınavda başarıyla bitiriyor; oysa 2. oğlumuza altı aylık hamileydi.
Birkaç sene sonra da her yeni şoförün korkulu rüyası, “İstanbul trafiği” çıkıyor karşımıza…
Bir gün, “Annemi İstanbul Sultanbeyli’deki bir hastaneye götürmemiz gerekiyor, bizi götürür müsün?” diyor.
Yine özgüvenini arttırmak amacıyla, “Sen de benim kadar, hatta daha dikkatli şoförsün, sen niye cesaret edip geçmiyorsun direksiyona?” diyorum.
Cesaretini toplayıp gidiyor ve kazasız belasız da dönüyor…
Şimdi Gebze’de özel bir lisede eğitim gören büyük oğlumuzu ziyarete giderken, - İstanbul trafiğini çoktan aştık - daha Lüleburgaz’daki evimizden çıkarken direksiyonu bana kaptırmak istemiyor…
Yukarıda araç kullanmak için aşılanan özgüven, monoton evlilik hayatından kurtulmak için örneklerden sadece birisiydi…
Bu örneği niye verdim?
Hepimiz çevremizde sadece çocuklara bakan, sürekli giyilmekten dizleri şekil almış, sürekli yıkanmaktan da rengi solmuş olan birkaç çift pijamadan olan ev giysileri giyip, monoton hayat yaşayan anaç tavırlı, özgüvensiz hantal kadınları görmüşüzdür.
Böyle anaç, hantal görümlü kadınla ben zaten yaşayamazdım…
Sağ olsun benim eşim, böyle bir kadın olmadı; evde olsun, sokakta olsun hep cıvıl cıvıl bir kadın oldu, onun için sürekli benim sevgilim kalabildi…
Birkaç gün önce, “Sevgililer günü yaklaşıyor, biz hala sevgili miyiz?” diye “takılıyorum” kendisine.
“Sevgiliyiz tabi!” diyor, “Evlilik kağıt üzendedir, sadece evli gibi kalsak monoton bir hayatımız olurdu!” diye eklemeyi de ihmal etmiyor.
Bu, beni mutlu eden bir yanıt…
Başkalarını bilmem, fakat eşten daha çok sevgilimin benim yanımda olması bana huzur veriyor…
Geçenlerde bronkoskopi muayenesi oluyorum. Canlı canlı kamerayla akciğerlerime balkırken sevgilim de yanımdaydı ve daha sonra, “Senin ciğerlerini de biliyorum artık” diye takılmayı da ihmal etmiyor… Aslında, O, benim beynimin ve kalbimin içini de biliyor…
Birkaç gün önce de mediastinoskopi ameliyatı oluyorum. Ameliyat girişi ve çıkışında elim sıkı sıkı yine sevgilimin ellerinde, bu beni bir nebze rahatlatıyor, huzur veriyor. Sevgilim yanımdayken hastane odası bile daha bir çekilir oluyor…
Monoton ve hantal bir eşle 80 sene yaşamak yerine, sevgilimle sadece 8 sene yaşamayı tercih ederim…
Oysa ben, - bir yıl çıkma süresini saymazsak - sevgiliyle dolu dolu 16 yıl yaşadım…
Bu sevgililer gününde, en büyük dileğim…
Yaradan, hiç kimseyi sevgisiz ve sevgilisiz bırakmasın!

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.