Karıncaların bile uzaklaştığı köy

7 Kasım 2010 Pazar |

“Bir varmış ,bir yokmuş”…Öyle, arkanıza hiç  yaslanmayın,elinize patlamış mısır tabağını da  almayın,üzgünüm,sizlere  bir masal  anlatamam,çünkü onların başlangıcı ve sonu  her zaman  iyi olur."Orda,uzakta,bir köy vardı”,bir Dobruca köyü.Her köyde olduğu gibi bu köyün sakinleri de hayat denen sakin ve fırtınalı nehrin akışında boğuşup duruyorlardı.Sabahları, güneş kıpkırmızı kanlar içinde, acıyla doğarken, bir bebeğin doğuşu gibi,önceki günün   yorgunluğunu daha üzerlerinden atamadan,analar,babalar,nineler,dedeler uykudan kalkarlardı ve  kooperatif tarlasının ,ya da fabrikanın yolunu tutarlardı. Minnacık yavrular ise okul yollarına koyulurlardı.
    Göklerdeki güneş en yüksek noktasına eriştiğinde çoluk çocuk ve bütün aile fertleri öğlen yemeğine toplanırlardı.Hiç unutamıyorum o günlerin Dobruca ekmeğini,mübarek o kadar güzel kokuyordu,taptaze ve sımsıcak,sanki toprağımızın kokusuna bandırılmıştı.Annelerimizi bu ekmeği dilimlemiyordu,çevik ellerle bunu kocaman parçalara bölüşüyordu ve bizler bunları birkaç kızartılmış yumurta,topaç topaç peynirlerle,yanına birkaç da domates ve salatalık eklediğinde sanki dünyalar bizim oluyordu Yemekten sonra  bir saatliğine de olsa felekten bir uyku çalıp,sonra tekrar işlerimizin peşine koyuluyorduk ve bu böyle devam ediyordu,ta ki güneş kavurucu sıcaklığını yitirinceye kadar.Akşamlarımızın güzelliği de bir başkaydı.Yemekten sonra annelerimiz örgülerini  ellerine alıp komşularla görüşmeye giderlerdi,babalarımız ise ya iskambil peşinde,ya da “domaşna” peşinde olurlardı.Bizlere ise sokakların ve kırların coşkusu ve heyecanı kalırdı…Yıllarca bu böyle devam  etmişti,Türkü,Bulgarı,Çingenesi,bizler hepimiz birer iyi komşuyduk,arkadaştık.

    Günün birinde cahilin teki, bir canavar edasıyla bu bizim nehrimizin suyunu bulandırmaya kalkıştı.Köy halkına dendi ki;”Sizlere artık bu  köyde yer yok,kendinize gidecek başka bir yer bulun.Bulgaristan’da artık Türklere yer yok!”İnsanlarımız,hatta komşularımız olan Bulgar ve Çingeneler bile,bu duyduklarına inanamadılar.Birkaç yıl önce kimliklerimizdeki isimlerimiz değiştirilmişti,bu yetmemiş gibi, şimdi bizleri doğup büyüdüğümüz evlerimizden,köyümüzden,yuvamızdan kovuyorlardı.Canavar, sopasını eline almış ,adeta gözdağı veriyordu ve asırlarca  yediğimiz içtiğimizin ayrı olmadığı komşularımızla bile vedalaşmaya izin verilmiyordu.Trenlere,otobüslere,otolara tıka basa bindirilip “Kapı Kule’nin dibine bırakılıverdik. Ayağımızda bir terlik,üstümüzde ise bir hırka…

  Acılar ve kader içinde kıvrılıyorduk .Kimlere,nelere daha önce yanacağımızı şaşırmıştık.Tarlada kalan mahsulümüze mi,asker ocağında olan kardeşimize mi,ya da kabrinde  uyuyan ecdadımıza mı,ya da okulunu ve arkadaşlarını terk etmek mecburiyetinde kalan gençlerimize mi…Bazılarımız bu ağır acıya yenik düştü,bazılarımız ise umutlarını ve aklını yitirdi…Arkada bıraktıklarımız da bizlerden  beter düşünceler içinde yanıp tutuşuyordu.Neden,ne için,kimin için,değer mi…Cevapsız kalan soruların arkası kesilmiyor bin yıldan sonra bile!
   Hani o küçük köy evlerimiz vardı ya ,önleri bin bir çiçek bahçesi ve yemyeşil asmalıklarla dolu.Şimdi öksüz ve başsız kalmıştı onlar.Ocaklarımız sönmüş,kapılarımıza zincirler vurulmuş,tarlalarımız bomboş ve ıssız.Sali Yaşar’ın araba gıcırtısı,ineklerin,malakların buğulu sesi hep yok olmuşlardı.Sofralarımızı sarıp sarmalayan olmadığından karıncaların istilasına uğramıştı.Bir süre sonra bunlarda üzüntüden buralardan uzaklaşmıştı…
  Orada bir köy var uzakta ,taa Dobruca’ da,ama kaybolan sahipleri aranıyor.Evler,sokaklar yıkılmış,harabeler gırla gidiyor.O masaldaki nehrimiz yok olmuş,kurumuş gitmiş,tıpkı hayallerimiz gibi.Bir deli kız gibi yapayalnız boşuna geziniyorum köyümün sokaklarında,inancımı yitiriyorum.Ufukta kimseler gözükmüyor.Meğer bacaları yıkılan sarayların ocakları bir daha tütemezmiş!Böylece işte,bizim köyümüz bir varmış,bir yokmuş…

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Vehlican hanim, cok etkilendim yazinizdan,cok dogru yazmisizin.Yeni yazilarinizi bekleriz.Yolunuz acik olsun.

Adsız dedi ki...

"Acılar ve kader içinde kıvrılıyorduk .Kimlere,nelere daha önce yanacağımızı şaşırmıştık.Tarlada kalan mahsulümüze mi,asker ocağında olan kardeşimize mi,ya da kabrinde uyuyan ecdadımıza mı,ya da okulunu ve arkadaşlarını terk etmek mecburiyetinde kalan gençlerimize mi…"
O GUNLERI HATIRLIYORUMDA AGLAYASIM GELIYOR

Adsız dedi ki...

Kaleminize ve gönlünüze sağlık, çok güzel bir yazı.

Adsız dedi ki...

Oradaki köye kaç defa sahip çıktı yazı sahibi acaba ? Oradaki köyün mezarlığın temizliği için taa Eskişehirden,İzmirden kaynak toplamasına katılanlar var, ama yazı sahibi o köyden sadece 50 km mesafede....O köyden kovulanlara neden olan Jivkov zihniyeti şu an BG de iktidarda değil mi ?
Jivkovun koruması şu an orada başbakan ve ayni kişi 1 yıl önce-
"Bulgaristanda Türk yok "-dememişmiydi. Vehlican hanım kime oy verdi son seçimlerde acaba ? Sanırım o seçilen Jivkov korumasına oy vermiştir...

Adsız dedi ki...

tebrik ederim seni vehlican.

Adsız dedi ki...

selamalr sevgiler VEHLİCAN HANIM ÇOK DORUSUN ELERİNE SAĞLIK VE SUPER YAZMIŞINIZ VE GÜZEL ÖZETLEMİŞSİNİZ SAYGILAR DOBRUCA KÖYÜNDEN İSMAİL.ÇAKIR YANİ BOJAN

Adsız dedi ki...

duygulandım vehlican hanim. yeni yazılarınızı bekşycem. saygılar.

Yorum Gönder

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve AJANS BG'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Мненията на редакцията и на автора/ите могат да не съвпадат.